18 Mayıs 2009 Pazartesi

Son 2 Gün!

Efendim tabi ki futboldan hoşlanan ve izlemeyi seven birisi olarak yine futbolla burdayım. Futbol sitesi mi yapsaydım; hayır tabi ki. Daha çok kendimce eleştirel baktığım yönlerini yazmayı seviyorum futbolun. Bu seferki de Uefa Kupası finali olacak. Üç başlıkta eleştirel yaklaşmayı düşünüyorum bu konuya:

1- Mircea Lucescu: Değirmende buğday öğütür gibi teknik direktör öğüten ve bu sebeple nefret ettiğim Türk futbolu'nun zamanın behrinde onca başarısına rağmen iki güzide takımdan da ne acılarla ayrılmış teknik direktör. Bu adam şimdi uefa kupası finalinde. Kaderin cilvesine bakın ki yine o zamanın behrinde Fenerbahçeyi yendiği bir stadda bu finali oynayacak. Efendim Türk futbolunun son örneği de Skibbe idi. Böyle bir beyefendiye Türk futbolu Mourinho çakması, mızmız lakaplı bir teknik direktör getirerek yol verdi bu sezon. Peki o giderken güzide takımımız ne durumdaydı;
-Süper Lig'de Şampiyonluğu kovalıyor,
-Uefa Kupası'nda tüm imkansızlıklara rağmen ilerlemekte,
Peki şimdi nerde?
-Dört hafta önceden lige havlu atmış
-Uefa kupasında onun getirdiği yerden bir dirhem öteye geçememiş...
Lucescu'dan Skibbe'ye bir çıkarım yapmak istedim kendimce..

2- Mesuz Özil: Öncelikle kendisinin kupa finali ile ilgili açıklamasını yazayım buraya;

Takımda oynayan ve Türkiye'de Fenerbahçe'yi tuttuğu bilinen Türk kökenli futbolcu Mesut Özil ise “Küçüklüğümde tuttuğum takımın stadında oynayacağım için mutluyum. Ailem ve çok sayıda arkadaş ve tanıdığım Türkiye'de. Hepsi maça geleceklerini söylediler” diye konuştu.

Sahada tek Türk kökenli oyuncu olacağı için de büyük gurur duyduğunu ifade eden Mesut, “Türklerden büyük destek göreceğimize ve iyi bir maç olacağına inanıyorum” dedi.
Kaynak; tumspor.com

Bu açıklamayı ben okuduktan sonra aklıma iki şey geliyor. İnsan ister istemez arada da kalıyor. Bu kardeşimiz Türk Milli Takımı'nı seçmeli miydi? Kendi şahsi fikrimce oynayabilecek bir futbolcu olduğu için seçmeliydi. Biz burada İstiklal Marşımızı bilmeyen brezilyalı olduğundan dahi şüphe duyduğum zencileri milli yaparken böyle futbolculara ihtiyacımız vardı. Kendi tercihini Alman milli takımından yana yapan bu arkadaşımızın tercihine saygı duymaktan başka çarem olmamakla birlikte o seçiminden sonra kendisine destek olamayacağımı da belirtmek zorundayım. Bu vesileyle de diyorum ki bu açıklama kendisine yakışmadı. Büyük bir gaf bence kendisi için. Tabi bu açıklamada sitenin de yorumunda görüldüğü üzre Fenerbahçe'yi tuttuğu dile getirilen Mesuz Özil hakkında bir karmaşa da bu notkada var olmaktadır. Ben dünya alemin şu habere kadar kendisinin Galatasaraylı olduğunu bildiğini bilirdim. Ya ben yanlış biliyormuşum şu ana kadar ya da kendisi bu açıklamayı yaptı ise dönmek konusunda çok da yeteneksiz olmadığı için eleştiremiyorum.

3- Türkiye'nin kapitalizm konusundaki tavrını daha önce de küçük bir resimle geçtiğimi hatırlayacak olursanız üçüncü konuda da buna değinmeyi planlıyorum açıkçası. Ama uzun uzun değil iki resimle beni rahatsız eden iki şeye sadece. TFF'nin kendi sitesinden aldığım iki resimle bitiriyorum ve sonucu size bırakıyorum. Bu arada ; Başarılar Lucescu ve Skibbe. Kusura bakma Mesut ve Bülent diyorum :)
Resimlere tıklayıp büyük büyük bakınız :







Devamını okuyun...>> Read more...

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Obama'ya ithafen.. I have a dream!! :)

Siyahilerin Amerikan tarihinde kat ettigi yol hakkinda bir yazi yazmam gerekiyordu. Kisa ama güzel olmus :D


Black Americans are the result of the triangular trade in the 1620s. They were brought and exploited by their owners as they were slaves. Between 1857 and 1954 they were even not regarded as citizens. In the past, they could not vote without restrictions. The development which contains the election of a black president could not be foreshadowed.
Dorothy Height sets an example about strict quota systems at schools. She was not accepted at a school because of two other black girls; that was enough...


The blacks have been fighting for their civil rights for 54 years and therefor, the electrion of Barrack Obama can be seen as a watershed or a summit of the history of civil rights. Boycotts and demonstrations led to the Civil Rights Act (1964) and Martin Luther King's "dream" is fulfilled by the election of Obama. "Another barrier" was broken now (l.74).



Devamını okuyun...>> Read more...

Global NGOs

NGO (Non-governmental organization)


Globallesme kavraminin bir karakteristigidir devletten bagimsiz calisan organizasyonlar (Greenpeace, Peta, UNICEF vs..).

Peki ne derece bagimsiz calisiyorlar, ne gibi basarilari var, kimler bunlar?

Bu sorularin hepsine cevap vermek icin genis capli bi arastirma gereklidir. Ama kendi capimda yaptigim arastirmaya dayanarak bir kac bigi vermek isterim.


19. yüzyildan beri var olan bu kuruluslar maddi kazancla ilgilenmeyen, gönüllü calisan insanlardan olusmaktadir.
Destek lazim olan bir cok konuyu ele alirlar; bilhassa devletlerin yardim edemedigi ya da görmezden geldigi konularda. Cogu zaman iklimi ya da hayvanlari korumak ya da barisi saglamak adina calisirlar. Globallesme caginda sayilari oldukca artmistir; 25 000 kurulusunun oldugu düsünülüyor dünya capinda.

Bagimsizlik??

Devletten bagimsiz olsalar bile, bagis yapanlarin eline bakmak gibi bir bagimliliklari var bu kuruluslarin. Eger sadece üyelerden gelen para ile calismiyorlarsa, bu bagimlilik daha büyüktür. Sempatizan kazanmak icin ellerinden geleni yapmalari gerekir.
Bir diger unsur ise bu organizasyonlarin bir kisminin devletten yardim almalaridir.




Medyanin önemi
Ne kadar insan toplayabilirlerse, o kadar basarili olabilirler. O yüzden insanlarin dikkatini cekmek icin en cok medyayi kullaniyorlar. Devlet tarafindan görmezden gelinirler ise, bu daha cok medyayi kullanmalarina yol acar. Imza toplamak ve demonstration ise diger kullandiklari methodlarin bir kacidir.

NGO larin insanlara nasil ulastigini Japonya'da ki balina katliamini örnek vererek verbalize etmek istiyorum.

Bir kac istatistik:
1968 da yürürlüge giren "Balina öldürme yasagi" japonlar tarafindan dalga gecilircesine ciddiye alinmiyor.
O zamandan bu yana 13 000 balina öldürmüsler. 2007 yilinda 1010 balina sadece japonlar tarafindan katledilmis.



Peki neden?


Japonlar tarafindan öne sürülen iddianin aksine, balina eti ana gida diil, pahali bir delikatess.
Gourmet-Restoranlarinda balinan her bölgesi paraya cevriliyor; 350$ a kadar cikiyor bir Kg'nin fiyati.

Bir diger sorun ise, "kücük balinalarin", mesela yunuslarin da öldürülüp, balina eti diye piyasaya sürülmesi. Japonlarin kullandigi bir diger aciklama ise balinalari bilim icin öldürdükleri. Bilim icin bazi rakamlara izin veriliyor.


Greenpeace Japonlarin öldürme yöntemlerini kritize ederek basliyor ise. Greenpeace-aktivistleri denize aciliyor, Japon gemilerine yaklasiyor ve balina katliamini video olarak piyasaya sürüyor ve böylece insanlarin "Aman Allahim bu ne??!!" ya da "WTF??!!" demelerine yol aciyor.
Ayrica kendi yöntemleriyle balikcilarin engellenmesini sagliyorlar.

2006 yilinda ki medya patlamasi iyi sonuclari da ardinda getirdi. 17 ülke diplomatik olarak Japonya hükümetinin bu olaya bir son vermesini istedi.


Devamını okuyun...>> Read more...

14 Nisan 2009 Salı

PES 2010

8 Nisan'da duyurusu yapılan Pro Evolution Soccer 2010'un detayları da açıklandı. Oyunun tahminen yine hepsinin çıktığı gibi Ekim 2009 da çıkacağı tahmin edilmekle birlikte yenilikleri oyun dünyasını sallayacak gibi görünüyor. Özellikle de Futbol oyunları arasında baya bir ses getireceği kesin. Oynanış olarak yeni alan savunması, gerçekçi tepkiler ve daha komplike ataklar gerekliliği ile birlikte gole gidebilme gibi bir çok yenilikle gelen bu oyunda artık oyuncuların da oyun etkileri olacak desem ne dersiniz? Mesela iyi orta açan bir kanat topu aldığında ortaya daha fazla oyuncunuz atağa çıkacak. Ya da iyi arapası atan bir orta sahanız topu aldığında daha fazla oyuncu çapraz koşu yapacak. İnanılmaz değil mi? Bununla da sınırlı değil oynanışa getirilen yenilikler. Artık eskisi gibi çalım atıp atıp tek pas gol yok. Tabi var ancak çok kolay olmayacak. Karşı oyuncunun defans özellikleri çalım karşısında o kadar da kolay avlanmamasını sizin oyuncunuzun çalım özellikleri siz ne kadar yetkin olursanız olun o kadar da koyal çalım atamamasını sağlayacak. Bu durumda mecburen komplike pozisyonlara yöneleceğiz. Böylece daha gerçekçi bir futbol çıkacak ortaya. Bunun sinyallerini 2009'da veren PES 2010 da tamamen bir yeniliğe girişmiş artık. Bunun sebebi 0'ın kerametinden midir nedendir bilinmez ama gerçekten bir devrim geliyor gibi. Futbol oyunu tutkunları hatırlarlar 2000 yılı da gerek menejerlik gerek simülasyon futbol oyunları adına bir devrim olmuştu.
Geçelim görsellere. Görsel olarak bakıldığında oyuncuların çok daha gerçeğe yakın olduğunu söylememize gerek bile yok. Yalnız buna eklenen asıl inanılmaz noktalar başka: Oyuncuların artık karakteristik yapıları olacak. Yani bu ne demek şimdi;

Oyuncuların topu alırkenki karakteristik şekillerinden, özel çalımlarına, özel dripling stillerinden, el kol hareketlerine ve tempo farklarına kadar hepsi olacak. Yani İbrahim Üzülmez'in kafasını aut çizgisinde kaldırışını da görebileceğiz sanırım artık. Şut çekerkenki animasyonlara çok daha yenilerinin eklenmesinin yanı sıra dururken ve koşarkenki pasların tepposu ve hızı gibi bir çok şey de değişiyor artık. Yani bu belki de çoğu zaman daha çileden çıkarıcı şeylere hazır olun da demek olabilir dikkatli olun.


Taraftarların tepkileri, deplasman ve ev farkları, yorumcular gibi bir çok atmosfer unsuru da gözden geçirilip yenilendi bu seride.

Tabi ki bir de bu serinin en önemli, hatta serinin tutunma unsurlarından biri olan Master League var ki o da bir evrimden geçiyor bu seride. Öncelikle Master League yöneticilik olarak çok daha geliştiriliyor. Takımınızı artık baya baya yöneteceksiniz. Daha önemlisi çok daha uzun süre yapacaksınız bunu. Bir çok yeni ögeyle de çeşitlendirildiği ifade ediliyor bu modun.

Yeni takım motoru ile basit goller ortadan kalkıyor, takım oyunu önem kazanıyor, oyun hataları gözden geçiriliyor, hakemler daha gerçekçi kararlara zorlanıyor, ve artık hücum sırasında tek değil birden çok oyuncuya hakimiyet sağlanılabiliyor. Çok enteresan değil mi? Artık top hakimiyeti yüksek bir oyuncu topu aldığında savunma oyuncuları açıklara daha çok dikkat edecek. Bir santrafor yalnız topu aldığında öyle gidip yerli malı gibi beklemeyeceksiniz gelsin diye millet. Orta sahalar hızla yardıma koşacaklar. Yani bu da kontra atak olayının tadını inanılmaz arttıracak. Yenilenen penaltı sistemi de yön ve yer tayini konusunu ilerletecek.
Online özelliklerin de geliştirileceği ve daha fazla indirilebilir içerik de eklenileceği haberler arasında.

Hadi bakalım bekliyoruz rakiplerin de bütün bunları az da olsa zorlayacak haberlerini artık.


Devamını okuyun...>> Read more...

Dünyanın Sonuna Doğmuşum Klip

İşte şimdiye kadar izlediğim en anlamlı klip desem yeridir. Sizden de bunu beklerdim..

İyi ki varsın maNga.


Devamını okuyun...>> Read more...

8 Nisan 2009 Çarşamba

Helal Olsun!

Öncelikle Nurcan Taylan ile başlayacağım. Kızcağızın başından geçenlerin büyük bir dönemine de hepimiz birlikte şahit olmuştuk zamanında hatırlarsınız. Bütün bunların ardından halteri bırakma kararı almaya kadar gitmiş almış da ancak Halter Federasyonu Başkanı Hasan Akkuş'un ısrarları ile devam etmeye karar vermiş. Kendisinin buralara gelişindeki zorlukları zaten bilmekteydik bir de bu kişiye ardından bunları yaşatmak hakkı değildi bazılarının ama artık olan olmuş. Hasan Akkuş'a da teşekkürlerimizle birlikte Nurcan'ı da kutlayalım ve birinci "Helal Olsun!" umuzu diyelim. Şimdi ikinciye geçelim;

Bükreş'de devam etmekte olan turnuvada 63 kiloda podyuma çıkan Sibel Şimşek; koparmada ilk çıkışta 103, ardından 105 ve son olarak da 108 kiloyu kaldırdı. Böylelikle altın madalya kazandı. Silkmede ise daha ilk hakkında 125 kiloyu rahat bir şekilde kaldıran Şimşek, ikinci hakkında 128 kiloyu da kaldırdı ve şampiyonluğu garantiledi. Ardından haliyle kalan hakkında denediği 132 kiloda başarısız oldu. Böylelikle 128 kilo ile yarışma tartısı avantajıyla altını kazanmış oldu. Böylelikle toplamda da 236 kiloya ulaşarak üçüncü altınını da kazanmış oldu. İstiklal marşımız okunurken gözyaşlarını tutamayan Sibel hepimizi duygulandırdı tabi ki. Tebrikler Sibel. İkinci "Helal Olsun!"


Ardından Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül'den kendisine tebrik telgrafı gittiğini yine haberlerden öğrendik. Teşekkürler Abdullah Gül.

Bundan önce de başarısıyla yine göğsümüzü kabartan, 3 altın kazanan Erol Bilgin'i de gönülden tebrik eder ve başarılarının devamını dilerim. Üçüncü "Helal Olsun!"

53 kiloda Emine Bilgin ve Aylin Daşdelen'in kazandığı 3 gümüş, 3 de bronz madalyayı da canı gönülden kutlar onlarında başarılarının devamını dilerim. Dördüncü "Helal Olsun!"


Son olarak da bugün 85 kilo da podyuma çıkacak olan Erol Sunar'a başarılar dileriz. İyi ki varsınız..


Devamını okuyun...>> Read more...

7 Nisan 2009 Salı

Hayrola Nerden Böyle?

Efendim "hayrola" diye başlamışken söze öncelikle Hande Yener adlı sanatçımızın yeni albümünü tebrikle başlayıp mutlu olduğumuzu dile getirerek girelim konuya;

Üç gün sonunda bir haber izleyebildik hep birlikte. Peki dönüşü nasıl oldu "haber" lerin? Öyle ahım şahım bir haberdarlık mı edinebildik? Hayır tabi ki. Yine başladık "çorabın yırtık, saçında bit var" muhabbetlerine. Acaba benim de içine dahil olduğum garibim halkımı liseli yağız delikanlılarımıza benzetmekle ayıp mı ettim. Neyse bunu sonra düşünürüz. Gel gelelim asıl ipliğin inceldiği yere;

Önemli olan bu "iki gün" dü. Kendileri geldiler. Büyük büyük cümleler kurdular. Hepimizin gönlüne su serptiler. Hissi sempatiden siyasi sempatiye kadar hepsini edindiler gittiler. Gerçekten de "bereketli" oldu Türkiye'mi daha da aptallaştırmak adına. Hatırlıyorum da geçenlerde bir karikatür göredüşmüştüm; Türkler uzun süredir üstünde çalıştıkları %100 koyun insan'ı yaptılar sonunda diye. Gülüp geçiyoruz tabi böyle güzel karikatürlere. Peki ufacık bir teşbih hatası var mı sizce? Bence yok. Boşuna dememişler; 'teşbihte mübalağa olmaz' diye eskilerimiz. Büyük insan, önemli şahsiyet, güçlü karakter, karizmatik kişilik geldiler buraya ve dediler ki:


Aranızı kendiniz bulun, benim tavrım belli.

dedik ki:

Ne güzel artık karışmayacaklar aramızda bir mesele olduğunu kabul buyurdular.

dediler ki:

Ben de bunlardan biriyim.

dedik ki:

Aha bu da bizden.

dediler ki:

Evet

Dedik ki:

Arif abi duydun mu? Türk çıktı bu da. Dünyaya hakim olacaz dünyaya..

Bence burda da teşbihte mübalağa olmadı. Sonuç olarak memleketimizde iki gün ne olmuş ne bitmiş hiç bir şeyi öğrenemedik ona yanarım(?), memleketimizde iki gündür aynı haberlerle biraz daha moronlaştık ona yanarım, soğuyan porsiyon porsiyon yemeği sabaha kadar durduğum tv başında bile yer yer zorla izlemeye maruz kalmaktan midem alt üst oldu ona yanarım. Ardından da kendileri gittiler. Ama nereye? Ama neden? Asıl sorulması gerekenler bunlar gibi geliyor sanki bize. Orada da demesinler şimdi "hekim bu bizdenmiş loo".



Son olarak bugün mevzu bahis şahıs hakkında daha bir geniş çaplı sanaldan dolma bilgi sahibi olabilme amaçlı gezindim biraz ve eski tarihli de olsa bir haber gördüm; birazcık gönlümüze su mu serpiyor desem bu haber yoksa nasıl anlarsanız öyle mi desem bilemiyorum. Haber de şuydu; Kehanetlerinin %80 i tutan bir bulgar teyzem demiş ki;


“Amerika Birleşik Devletleri’nin 44’üncü başkanı (Yani George Bush’tan sonraki başkan) siyah olacak. Bu Amerika’nın göreceği son lider olacak. Çünkü siyahi liderin göreve gelmesinden kısa bir süre sonra ülke büyük bir ekonomik krize girecek.

Kuzey ve güney eyaletler arasında anlaşmazlık çıkacak. Endonezya karışacak. Tüm bunlar Üçüncü Dünya Savaşı’nı başlatacak... Üçüncü Dünya Savaşı’nda ilk kez atom bombası kullanılacak."

Bakmayın öyle ben teyzemin lafını aktardım. Kendisi de 1996'da göçmüş öbür diyara. Öyle siyaset yapmayım mümkün olduunca dedim ama umarım becermişimdir.
Ha bir de efendim kendilerinin bir de sizin bizim gibi blogu var. Umarım kızmazlar vereyim de uğrayın bir çay içmeye. Bu aralar çok meşguller ama ne de olsa 'bizden'. Misafirperverlik bilir.

Hande Yener'e de tekrardan hayırlı olsun albümü diyerek Saba Tümer'e çıktığında bahsi geçen 'fiş saati yarışları' sonuçlarını mevzudan daha fazla merak etmiyor değilim.


Devamını okuyun...>> Read more...

4 Nisan 2009 Cumartesi

Sıla

Efendim kimdir bu Sıla? Neden son dönemde şarkılarına takılır bu kafam. Aslında hoşuma giden eleştirel tavırları mıdır. Aykırı halleri midir sezemedim tam ancak beğeniyorum yeni albümüyle birlikte. Hoş klibinde kendisine yazık da etmiş olsalar sözleri ve ritimleriyle şöyle bir içimi okşayabilen son dönem şarkıcılarından.

Kendisinin müzikle ilgilenimi lise yıllarına dayanıyormuş. Bu yıllarda şan ve ses eğitim almasının yanında aynı zamanda çeşitli topluluklarda da solistlik yapmış. Yüksek öğrenimini caz vokal bölümünde yapmış. 2000 yılında da sektöre girişinde büyük etkisi olan Kenan Doğulu ile tanışıp çalışmaya başlamış. O günden sonra uzun süre Kenan Doğulu'nun vokalistliğini yapmış hanım kızımız. Tabi bu arada da boş durmayarak çeşitli mekanlarda çıkmış. Ufak tefek oluşturmuş kitlesini. Ferhat Göçer, Kenan Doğulu, Emel Müftüoğlu gibi değerli sanatçılarımıza da söz ve müzik de yazmış bestelemiş bu kızımız.

Daha sonraları geniş kitleler Sezen Aksu ile ortak çalışmaları olan 'Sıla' dizisinin şarkısı sayesinde tanışacaktır Sıla ile. Tabi bütün bunların ardından da 2007 yılında patlayan agresif çıkış şarkısıyla bilinen ve ismiyle bir albümünü hepimiz biliriz sanırım. Şimdi de yeni albüm çıkarmış ve güzel şarkılar çığırmış yine bu güzel kızımız. İyi de yapmış. Sıla, Sıla, Sıla.. tabi ki biliyorduk, biliyordum bugüne kadar fakat!;

Kendisini son dönem asıl sevmeme vesile olan bir programdaki bir dakika onbeş saniye kadar söylediği sözleri de kendisine ait olan "ya Sıla şunu albümde söyleseydin ya" dedikten sonra "böyle de güzel be" gibi kendimi cevapladığım 'Vur Kadehi Ustam' adlı parçaydı. Linkini de vereyim; burdan

Ne de güzel ne de içten söylemiş değil mi..

Bu sanatkarımızı da ileride daha kaliteli, daha güzel, ve böyle oldukça daha beğenilen hallerde görmek dileğiyle artık. Bu albümünde de asıl hit olacağını tahmin ettiğim ve sözlerini de sevdiğim parçalardan birisinin de sözlerini yazarak bitiriyim artık diyorum:




Sıla 2009 Bitse de Gitsek



İş bu sözleşmenin tam imzalandığı tarihte
Veler veyalar yoktu
Tühler amalar yoktu
Alan memnundu satan memnundu
Niyeyse bi anda dağıldı mevcut
Kalp yer görmeden mutlu mesut
Cehennem oldu burası beter
Dayanamıycam artık nolur yeter
Bitsede gitsek x10

İş bu yüzleşmenin tam bezdirdiği tarihte
Veler veyalar çoktu
Tühler amalar çoktu
Laflar havada uçuşuyordu
Niyeyse bi anda dağıldı mevcut
Kalp yer görmeden mutlu mesut
Cehennem oldu burası beter
Dayanamıycam artık nolur yeter

Bitsede gitsek x10

Parodi olduk izleniyoruz
24 saat dikizleniyoruz
Buruşturdunuz kibirinizle
Sabahtan akşama ütüleniyoruz x 2

Kenan Doğulu:
Sılacım ayıbı keşfedeni 9 köyden kovmak gerek
8 kere dövmek gerek
Yedi bitirdi beni bu zevzek
Altı üstü küçük bi zevk
5 kuruşluk keyfimizi rezil etti bu yürek
4 duvarındada aynası olsun
Sevdiği eşyayla 2 sene dursun
1 kere geliyoruz şu dünyaya
En kralından keyfimiz olsun
Hadi hooopppp zengin kalkışı

Bitsede gitsek x 20


Devamını okuyun...>> Read more...

2 Nisan 2009 Perşembe

Walt Disney

5 Aralık 1901 Chicago Illinois'da dünyaya geldi. Babası Elias Disney, annesi Flora Call Disney di. Walt dördü erkek biri kız olan beş kardeşten biriydi. Walt'ın doğumundan sonra Disney ailesi Marceline Missouri'ye taşındılar. Walt çocukluğunun büyük bir bölümünü burada yaşadı.

Walt karikatür konusuna çok erken yaşlarda ilgi duymaya başladı. Tabi ticari kafası da çok erken kendisini gösterdi. Daha küçük yaşlarda biraz para kazanabilmek için yaptığı karikatürleri komşularına satmaya çalışırdı. Karikatür kariyerini Chicago'daki McKinley High School'a giderek sürdürmeyi seçti ilerleyen yıllarda. Walt bir taraftan da vahşi hayata, doğaya, toplumsal konulara ve kırsal yaşama ilgi duymaya başlamıştı. Walt ilk önce inatçı ve bir o kadar da sert olan babasını ikna etmeye çalıştı sanatını icra edebilmesi için gerekli meblağları bulma konusunda. Fakat başarısız oldu. Ardından annesi ve büyük kardeşi ile bu sorunu mümkün olduğunca çözdü. Onlar da Walt'ın amaçlarına ulaşacağına inananlardandı. Bir süre Kansas City'de gazete gazete dolaşıp yazı işleri müdürlerinden 'Sen bu konuda aşırı yeteneksizsin neden gidip başka bir iş bulmuyorsun kendine' benzeri cümleleri duymakla vakit geçirdi. Ama karikatür, gencin hayatının rüyasıydı. İnsan biricik rüyasını, gayesini nasıl unutabilirdi? O karikatürü bıraksa bile, karikatür onu bırakmıyordu ki; geceleri rüyalarına giriyor, onu daha fazla yakalayıp kendine çekiyordu.
En sonunda kiliselerden birinin rahibi, Walt'ı kilisedeki faaliyetlerin karikatürlerini çizmesi için düşük bir meblağ ile işe aldı. Fakat bu küçük sanatçının bir stüdyoya ihtiyacı vardı. Hem resim çizmek için hem de hayatını idame ettirebileceği, en azından uyuyabileceği bir yere ihtiyacı vardı. Bunun için de en uygun yeri buldu. Kilisenin eski garajı! Fakat garaj değil garaj samanlık için bile fazlasıyla eski, pis ve hatta fare istilası altında bir ahvaldeydi. Walt işte tam burada hayatını idame ettirecekti. Ancak günlerini, saatlerini, birlikte geçirdiği ve hatta beslediği, resim kağıdına çıkacak kadar kendisine alıştırdığı bu farelerden birisi, tıpkı Walt gibi hatta onu da sollayacak derecede dünya çapında bir şöhretin sahibi olacaktı gelecekte.



Dünyanın her tarafında tanınacak olan bu ufaklık Mickey Mouse dı.

Yıllarca bu köhne yerde çalıştıktan sonra Hollywood'da da büyük başarısızlıklar yaşayan bir kaç canlı karikatür çizdi. Fakat bunlar hiç de tutmadı. Bir gün düşünürken aklına Kansas City deki garajda resim çizerken tahtanın üstüne çıkıp bir süre oynayan fareyi sonuna kadar izleyişini hatırladı. Hemen oturup bir fare resmi çizdi ve böylece Mickey Mouse doğmuş oldu. Bu küçük fare zamanla en ünlü aktörlerden çok tanındı, mektuplar aldı, en tanınmış aktörlerin filmlerinden daha uzun süre sinemalarda gösterimde kaldı. Seylan adalarındaki çay işçilerinden tutun da Kuzey Kutbu na yakın ülkelerde yaşayan Eskimo'lar a kadar onu herkes tanıyordu artık. Alaska'nın Juneau şehrinde sinemalara üşüşmüşler, İgloo denen buz evlerinde Mickey Mouse kulübü bile kurmuşlardı.

Ardından tutmaz diye asistanlarının israr ettiği; annesinin kendisine çocukken anlattığı bir hikaye olan Üç Küçük Domuz'u israrla çekti. Asistanlarının muhakkak fiyasko gözüyle baktığı ve hatta Mickey Mouse filmlerini 3 ayda çekerken buna sadece 2 ay ayırarak önem bile vermedikleri bu çekim de fırtına gibi esiyordu kısa bir süre sonra tüm dünyada.

Kurduğu Walt Disney Productions dünyanın en ünlü film üreticilerinden birisi oldu. Kurduğu şirket The Walt Disney Company, yıllık 30 milyar dolar geliri ve dünya çapındaki izlenilirliği ile hem Amerikan Rüyası'nın hem de Amerikan Ekonomisi'nin bel kemiklerinden olan bir medya devi haline geldi.

Walt Disney'in bir rüyası daha vardı. Bunu da 1955'de hayata geçirdi ve Disneyland Park'ı açtı.

Walt Disney sonuç olarak bir kahraman olarak hatırlanacaktı. Hayal gücü, iyimserlik, üretkenlik, azim, ve kendi kendine bir yerlere geliş'in Amerikan geleneklerindeki simgesi olacaktı. 48 kez Oscar'a aday olup 22 kez kazanan 7 kez de Emmy'e aday olan 4 kez kazanan Walt Disney halen en çok Oscar'a aday olan şahıstır.

Orlando, Florida'daki Walt Disney World açılmadan bir kaç yıl önce 15 Aralık 1966'da Gırtlak Kanseri'nden öldü.

Yazımızı kendisinin iki sözüyle bitirelim;

Peşinden gidecek cesaretiniz varsa bütün rüyalar gerçek olabilir

Hayal edebilirseniz yapabilirsiniz. Her şeyin bir fareyle başladığını hiç aklınızdan çıkarmayın.

Demiş Walt amcamız.


Devamını okuyun...>> Read more...

Türkiye 1 - 2 İspanya


Türk Milli (!) Takımı dün neler yaptı. Maçtan sonra çok yazmak istedim fakat özellikle belirli kişilere çok daha sert olacağım için yazmamaktan yana tercihimi kullandım şu ana kadar. Şimdi başlayalım;

Türk Milli(!) Takımı iki hafta öncesinden amansız (?) bir gazla yüklenmeye başlandı. Taa ki dün geceye kadar. Verdiler gazı, verdiler gazı şişirdiler teknik heyetinden en yeteneksiz futbolcusuna kadar Milli takımımızı ve dün gece sonucu gördük ancak hala hiç bir şeyin farkında değiliz. Diyoruz ki; "Uzatmalarda gelen gol kötü oldu." Skibbe'nin giderken bir açıklaması vardı şuna benzer; "İkinci golü yemeseydik üç olmayacaktı o da olmasa dört olmayacaktı o da olmasa ben gidiyor olmayacaktım." Bu centilmen adamcağızı böyle acizane açıklamalar yapmak zorunda bırakan Büyük Türk futbolu, soruyorum;



1- İki haftadır bütün bu gazlar verilirken, bu takım boğa gibi çarpışmaya, aslan gibi yırtmaya vs vs hazırlanırken kimse neden "Ya bizim bir haddimiz yok mu?" demedi?

2- Hadi gazı aldık ardından iki haftadır seçilen kadrolar sahaya çıkmadan neden hiç kimse bu teknik heyete "Biz pinponcu dedik bu kılkuyruk futbolcu dedi bunlara." Demedi?

3- Hadi sahaya o gazla o pinponcular -genel itibariyle- çıktı da neden kimse "Türkiye Ligi gibi büyük (!) bir ligde büyük hatta kocaman takımlarda yedeğin yedeği olamayan adamları oyuna sokup da pata küte bir yerlere giden kadroyu niye bozdun?" diye sormuyor hala?

4- Yüce TFF'nin sitesinin girişinde 'reklamı geç' linki bile olmadan verilen şu yukarıdaki koca , aslında sorduğum diğer üç sorunun da kökenini teşkil eden, sponsorlarımızın bize verdiği gazın ardından hepimize boğa da değil ufak tosuncuk İspanya'yı yeneceğiz dedirtirken hiç mi vicdanı sızlamadı bunu 'yapanların'?

5- Son olarak da soruyorum ki bütün bu dönencelerin içinde sıkışmış KÜÇÜCÜK kalmış futbolumuz ne zaman yalakalıktan, dönen oyunlardan, kölelikten hatta KÖRLÜKTEN kurtulup da gerekli revizyonlara gidebilecek?

Komik olmayalım arkadaşlar. Maçın analizini yapmaya bile gerek yok. En sevmediğim Gökhan Gönül, Volkan, ve sevdiğim Arda hariç takımda oynayan oyuncumuz yoktu. Kapitalizmin doruklarında dillendirilen İstiklal Marşımızı bırakın; Türkçe' mizi öğrenmeden Milli Takım'ımıza girmiş ve ardından yurt dışına dönmüş oyunculardan tutun İspanya' da bir dönem rüzgar gibi esmiş ama milli takıma gelince adam akıllı iki maç çıkartmamış forvetlerimize mi sitem ediyim. Yoksa gözümüz değil artık burun deliklerimizle bile görebildiğimiz oynamaması gereken oyuncuları takıma sokan, gözümüz değil artık burun deliklerimizle bile görebildiğimiz oynaması gerekenleri takıma almayan, gözümüz değil artık burun deliklerimizle bile topun arkasından koşamayan, takımında yedeğin yedeği olarak kalabilmiş futbolcuları oyuna sokup iş yapan bir iki futbolcuyu da oyuna sokarak tosuncuk (?) ları "Ne yapıyor bu ya bu kadar da yenilmek istenilmez ki," şeklinde aralarında dillendirdikleri cümlelerle ateşleyen teknik heyete mi sitem edeyim? Hani bazan dersiniz ya artık bir durumun karşısında bitmiş hissettiğinizde kendinizi;

Bırak Allah'ını seversen ya...


Devamını okuyun...>> Read more...

28 Mart 2009 Cumartesi

Ayna, ayna hadi söyle benden daha gamsızı var mı ?

Manga, Şehr-i Hüzn albümü haberini daha önce vermiştim. Şimdi ise çıkış şarkısı "Dünyanın Sonunda Doğmuşum" adlı parçasının sözlerini veriyorum. Manga bu sefer de kendisi olmuş ve karşı cinsten iki ele alınması gereken karakter tipini ele almış. Eleştri bile yapmıyorum çünkü yapacak ne bir şey bulabildim ne de bir kelime. Kendilerini tebrik ediyorum. "Allah allah gizli numara kim acaba, alo" :)

Cümle cümle okunması gereken sözler; - özellikle de böyle bir dönemde hitap ettiği kitle açısından böyle (?) bir grubun sözleri bunlar unutmayalım-



Albümü de tamamen görmeden konuşmamak gerekli ancak maNga Türk müzik tarihine geçen şarkılar yapmaya devam ediyor ve edecek de anlaşılan;

Dünyanın Sonunda Doğmuşum;

Naber bak, bende dert yok tasa yok
Mutluyum artık bir beynim yok
Dikmişim ekrana gözlerimi
Başka da bir ihtiyacım yok

Kişisel neyim kaldı ki bir iletim olsun
Tıklana tıklana her şeyim ortada
Atın ölümü arpadan olsun
Her yiğit gibi benimki de meydanda

Tıklama konusu ayrı bir dava
Mahkemelerde görülüyor hala
Namusu bacak arasında ararım
Dişi sinek bile görsem laf atarım

Çakma makma, üçe beşe bakmam
Önüm, arkam, sağım solum markam
Bana pastamı verin, ekmeğe gerek yok
Ben tüketmeden var olamam-

Ayna, ayna hadi söyle benden daha gamsızı var mı ?
Ayna, ayna hadi söyle benden daha arsızı var mı ?

Dünyanın sonuna doğmuşum
Ya da ölmüşüm de haberim yok
İyi bilirdik derler elbet ardımdan
Bundan büyük bir yalan yok

Yok , bundan büyük yalan yok

Bana dokunmayan yılan bin yaşasın
Dedikodu yapar, keyfime bakarım
Ağzımda sakız, elimde çanta
Fink atarım kaldırımlarda

Bağlanmaya sonuna kadar karşıyım
Ama dizilerimden beni ayırmayın
Değişir dünyam bir tuşla uzaktan
Elimdeki kumandam hayatıma kumandan

Yeni bir kart verdi bugun bankam
Puanlarım artık en büyük kankam
Olmasa da cebimde beş kuruş para
Cebimdeki telefon on numara

”Bak kızım, yedi kocalı hürmüz gibi dolan
Ama ailemizin kızı gibi davran,
Seni alacak biri de bulunur elbet
En kolay parayı hep sen kazan”

Ayna, ayna hadi söyle benden daha gamsızı var mı ?
Ayna, ayna hadi söyle benden daha arsızı var mı ?

Dünyanın sonuna doğmuşum
Ya da ölmüşüm de haberim yok
İyi bilirdik derler elbet ardımdan
Bundan büyük bir yalan yok

Yok , bundan büyük yalan yok

Sıkıldım çok, her dakika düşünmekten üzülmekten
Artık yok, kalmadı gücüm düşmekten yenilmekten
Pişmanım erken vazgeçmekten kendimden
Bu alem geçmiş kendinden
Ne gelir elden ?


Dinlemek isteyenlere de online dinleyebilecekleri bir adres verelim;

http://www.myspace.com/mangaweb






Devamını okuyun...>> Read more...

27 Mart 2009 Cuma

Kun Agüero

Kun Agüero
İsim: Sergio Leonel Agüero
Lakabı: Kun
Doğum Tarihi: 02.Haz.1988
Doğu Yeri: Buenos Aires, Argentina
Uyruk: Argentina
Boy: 172 cm.
Kilo: 74 Kg.
Mevki: Forvet
Forma Numarası: 10
Sezon Maçı: 25
Sezon Golü: 12





2006 Yılında 17 yaşındayken 23 milyon euro karşılığında La Liga ya transfer oldu. Agüero kısa zamanda oynadığı futbolla taraftarın sevgisini kazandı. El Nino lakaplı Torres i aratmamayı fazlasıyla başardı. Goal.com da dünyanın en iyi üçü arasında. Bonservis bedeli 55 milyon euro dur. Agüero, müstakbel kayın pederi Diego Armando Maradona tarafından da yakından takip edilmektedir.

15 yaşına gireli 35 gün olmuşken Arjantin liginde forma giyerek rekor kırmıştır bu rekorun önceki sahibi Diego Maradona'dır.Peşinde başta Chelsea ve İnter Milan olmak üzere bütün avrupa nın gözü onun üzerindedir. Buna rağmen o kararlı bir şekilde Atletico'da kalmak istediğini belirtmektedir son olarak bu haberde de görüldüğü üzere. Atletico Madrid'de iki sezonda toplam 34 gol atmış olmakla birlikte bu sezonda da 12 golü vardır. Yaptığı asistlerle takımının Şampiyonlar Ligi'ne katılmasında büyük katkıda bulunmuş, 16 takım arasında kalmasında da büyük pay sahibi olmuştur.

Küçükken bol bol Tsubasa izleyen Agüero oradaki karakterlerin birbirlerinin isimlerinin sonuna “kun” takmalarından (Tsubasa-kun, Wakabayashi-kun) esinlenerek Kun adını almış. Messi'nin kıvrak ve hızlı çalımlarıyla Ronaldinh'nun artistik çalımları arası bir çalım stili ile kendi üst düzey fiziğinin birleşmesi ile birlikte sahalarda kolay tutulmuyor tabi ki. Buna üst düzey bir teknik, sadakat, kararlılık ve hızlı oluşunu da eklerseniz düşünün bir takımın ona sahip oluşunun ne anlama gelebileceğini. Sergio 2007-2008 sezonunun sonunda transfer söylentilerini çok ilginç bir şekilde cevapladı; "Asla “R” ile başlayan bir takıma gitmeyecegim." dedi. River Plate ve Real Madrid’e karşı hep ezeli rakip olduğundan dolayı bunu söylediği düşünülüyor. Geçtiğimiz sezon Chelsea Serbest bırakma maddesi olan 62 milyon u vermesi ve kulübünün mecburen kabul edişine rağmen kedisi inatla kulüpten ayrılmak istemediğini, önce bulunduğu kulüple iyi başarılar elde etmek istediğini söylemiştir.

Agüero'nun geçen ay bir de bebeği oldu. Hayırlı olsun diyoruz artık. Maradona da torun sevincini yaşadı yani. Bakalım gelecekte böyle her iki taraftan da futbolla sarılmış bir çocuk nasıl bir gelecek seçecek kendisine hep birlikte izleyeceğiz.


Devamını okuyun...>> Read more...

25 Mart 2009 Çarşamba

Tata Nano


Daha önce kısa bir bilgilendirme yazısı yazdığım Tata Nano hakkında daha detaylı bilgilerle geri döndüm.

Araç fiyatı 2500 dolar olarak belirlenmiş. Avrupa'da Türkiye ile birlikte 2009'un ilerleyen aylarında satışa sunulacağı söyleniyor. Tabi bu 2500 dolarlık araca 4000 liraya Türkiye'de sahip olmak mümkün değildir ancak 12-14 milyara da varmaz kesinlikle. 7-8 milyara sıfır bir Tata Nano'ya sahip olabileceğimiz umudundayım.


Gelelim aracın özelliklerine;

Araç 2 silindirli 624 cc lik bir motora sahip. Maksimum Torkque ise; 48 NM @ 3000 +/-500 rpm. Hız olarak da tahmin edeceğiniz gibi çok bir şey beklememeliyiz.Maksimum hızı 105 km/saat. Aracın beygir gücü 33 beygir. 4 ileri 1 geri vitesi bulunan aracın boyutları ise;
Uzunluk:3099 mm
Genişlik:1495 mm
Yükseklik:1652 mm


Benzin tankı kapasitesi ise 15 litre olan araç şirinliğini burda da koruyor. Ağırlığı ise 600 kg. Yani şöyle biraz vücut çalışmasının ardından yolda kalınma durumunda tek ayakla itip tek ayakla çalıştırılacak kadar bir şey neredeyse. Yalnız böyle dediğime bakmayın Tata Motors mühendisleri bu ufacık tefecik şey üzerinde 4 yıllarını harcamışlar. En önem verdikleri şey de kafa ve bacakların çok rahat sığabileceği şekilde 4 kişilik bir araç hazırlamak olmuş, iyi de olmuş. Nano piyasaya sürüldüğünde hem standart hem de lüks modelleriyle sunulacak ve böylece otomobil şahsi tercihlere göre kişile özel kullanılabilecek. Sade tasarım stratejisi sayesinde ağırlık en aza indirilmiş ve bu sayede tüketilen enerji birimi için performans en iyi seviyeye ulaştırılmış ve yüksek benzin tasarrufu sağlanmış. Performans, özel tasarlanmış bir elektronik motor yönetim sistemiyle kontrol edilmekte.

Aracı Türkiye'ye getiren İsotlar Grup'a da ayrıca teşekkürlerimizi iletelim.


"Halkın Otomobili" tümcesi ile zihinlerde yer etmeyi planlayan aracın güvenlik performansı ise mevcut gereksinimlerin üstünde. Tamamıyla metal gövdesiyle sağlam bir yolcu bölmesine sahip oluşunun yanı sıra burkulma bölgeleri, zorlanmaya dayanıklı kapılar, emniyet kemerleri, dayanıklı koltuk ve dayanaklar gibi güvenlik özellikleri ile göz doldurmaktadır. Tekerleklerin iç lastiksiz olması ise güvenliği daha da arttırmaktadır.

Aynı zamanda da egzoz emisyon performansı da mevcut gereksinimlerin üstünde olmakla birlikte yeterince çevre dostu da bir şeydir bu ufaklık. Yüksek yakıt tasarrufu da otomobilin düşük karbon dioksit emisyonu olduğunun bir göstergesidir. Böylece hem ekonomik hem de çevre dostudur.

Euro 4 normlarına da uygun olan bu ufacık tefecik içi dolu şey 2008 de Hindistan'da seri üretilmeye başlanmış.

Hakkında çok fazla bilgi bulmanın (özellikle de Türkçe) pek mümkün olmadığı bu ufaklık ile ilgili edindiğim bilgiler için;

Tata Nano Türkiye ve Tata Motors'a teşekkürü borç bilerek yazımı bitiriyorum.



Devamını okuyun...>> Read more...

Trabzon Spor, Kültür ve Turizm Tesisleri



"Trabzon'a çağ atlatır" diyenleri mi ararsınız; "Akyazı beldesinin kenarı, halkın denize girdiği son yerdi, burası da kapanıyor." diyenlerimi. Eleştirilerin içerisinde "iki günde harabeye çeviririz" şeklinde eleştiriler de yok değil tabi. Tüm bunları bir kenara bırakalım da doldurma konusunun deprem'den bu kadar etkilenmiş bir millet olarak karadeniz gibi yüksek tehlikede deprem bölgesi olan bir bölgede ne kadar sağlıklı olduğu da ayrı bir tartışma konusu. Şimdi başta biz baltamızı vuralım da gel gelelim projemize, güzelliklerine, içeriğine ve Trobzon'a katacaklarına;

Trabzon kentinin gelişimine büyük katkı sağlaması planlanan projenin 20011 Avrupa Gençlik Olimpiyatı'na yetiştirilmesi hedefleniyordu bu proje ilk ortaya atıldığında. Fakat şu an için bu biraz mümkün görünmemekle birlikte olsa da seviniriz tabi ki diyoruz. Proje; "Akyazı Projesi" Trabzonspr Yönetimi daha doğrusu yönetimleri arası sorunlara dahi yol açmış: hatta Nuri Albayrak projeyi yapacağını söyledikten sonra bugünkü yönetimi iş başına getiren Faruk Özak yapılamayacağını söylemişti. Oysa ki şimdi bir çok resmi haber sitesinde dahi yer alan ve onay alındığı haberleri artık yapılmış olan bu proje nasıl yapılamayacaktı ayrı bir muamma.

Proje 660 bin metrekarelik bir alanda oluşturulacak Trabzon Spor, Kültür ve Turizm Tesisleri için Trabzonspor'un resmi internet sitesinde de yayınlanan bilgiye göre;

"Trabzon Milli Emlak Müdürlüğü'nden bir yıllık ön izin için kulübümüzce kiralanmış olan, ilimiz Akyazı Beldesi kıyısında deniz dolgusu yoluyla elde edilecek 660 bin metrekarelik alanda oluşturulacak Trabzon Spor, Kültür ve Turizm Tesislerini gerçekleştirmek üzere hazırlanmış olan, Jeofizik, Hidrografik ve Oşinografik İnceleme Raporu, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı tarafından onaylanmıştır. Onaylanan bu rapor, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 7. maddesine göre Kıyı Kenar Çizgisi işli hale hazır haritalara aktarılmış olup Akyazı Belediye Başkanlığı onayına sunuldu" ifadelerine yer verildi.

Hal böyle iken www.ligtv.com.tr'de verilen bir diğer haberde ise;

Trabzonspr Kulüp başkanı Sadri Şener'in içerisinde Racep Tayyip Erdoğan'ın da bulunduğu Ankaraya yaptıkları yoğun ziyaret trafiğinin ardından Başbakan Erdoğan'ın kendilerine; "Yeni stat için ben kendim çalışıyorum. Bunun için yabancı bir yatırımcı buldum. Onunla görüşmeye devam ediyorum. Siz de bulabilirsiniz" dediğini yazıyor.

Sitedeki haberin devamında ise;

Akyazı'daki araziyi kamulaştırıp dolguyu yapmayı da düşündüklerini dile getiren Şener, şöyle devam etti: "Bölgenin kamulaşması konusu bakanlar kurulunda görüşülecek. Mevcut tesislerimize yatırım yapamıyoruz. Sonuç olarak stat işi 2011'e kadar bitecek. Başbakanımıza 'acaba Avni Aker'i rehabilite edebilir miyiz' diye sordum. Şehrin içi olduğu için çevresindeki binaları kamulaştırıp yıkmamız gerekiyor. Bu da kolay değil. UEFA standartlarına gelmemiz lazım. Uzun süredir Avrupa kupalarına katılmadığımız için bu konuda baskı gelmiyor. Ama stadımız bir Şampiyonlar Ligi maçına uygun değil. Bu konuda Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş bir hayli yol aldı. Stat çalışmaları konusunda eski başkan ve yönetim kuruluna teşekkür ederiz. Ortada bir gerçek var. Kulübün parasıyla bu iş olmaz. Devlet desteği gerekiyor."

Şeklinde konuşmaların aralarında geçtiği yazılıyor. Trabzon'u bilmememe rağmen elimden geldiğince yerini de bir resimle izah etmeye çalışıyım artık;


Hadi artık Trabzon için hayırlısı olsun diyoruz. Tüm yerli yersiz, gerekli gereksiz, doğru yanlış, aleyhinde leyhinde eleştirileri bir kenara bırakarak küçük bir de projeyi açıklayıcı tahmini resim ile bitirelim diyoruz:


1- Golf sahası
2- Golf tesisleri
3- Trabzon tesisleri
4- Sporcu villaları
5- Antrenman sahaları
6- Sporcu konaklama tesisi
7- Gençlik ve Spor Bölge Müdürlüğü
8- Spor salonu
9- Kapalı ve açık yüzme havuzu
10- Spor akademisi
11- Tenis kortları
12- Olimpik stadyum
13- Alışveriş merkezi ve residance
14- Rekreasyon alanları
15- Kültür ve kongre merkezi
16- Eğlence merkezi
17- Hastane
18- Otel
19- Otel
20- Otogar
21- Cruise ve yat limanı
22- Liman tesisleri
23- Serbest bölge
24- Akaryakıt istasyonu


Devamını okuyun...>> Read more...

24 Mart 2009 Salı

Manga - Şehr-i Hüzn


Manga geliyo da Manga!!

Uzun süredir bloga yazmamama rağmen diyorum ki buna yazılır;

Bir Kadın Çizeceksin albümü ile tüm rock sever dönemim gençliğinin kalbine yer edinmiş ve Türkiye rock piyasasında dönemi itibari ile sansasyon olmuş Türkçe Nu-Metal diye tarzlarını adlandırabileceğimiz grubun ikinci albümü piyasaya çıkıyor.

Bu güzel haberi blogumda ilk veren sitelerden olmaktan gurur duymakla birlikte grubun yeni albümünün 60 dakikalık ve 16 şarkıdan oluşan bir albüm olduğunu söyledikten sonra tarihi de verelim artık; 14 Nisan 2009

Şimdiden sabırsızlıkla bekleyen fanlarına bir müjde daha var Manga'dan; Albüm kayıtları esnasında hayranlarından bir çok ses kaydı toplayan grup bu kayıtlardan da bir şarkı yapmış.

Şimdi asıl habere geldi; Albümün çıkış parçası Dünyanın Sonunda Doğmuşum ise bugün itibariyle radyolarda. Açın hadi hemen radyoları :)




Devamını okuyun...>> Read more...

EN TEPEYE ;)<<