25 Haziran 2007 Pazartesi

Yngwie Malmsteen

30 Temmuz 1963'te İsveç'in başkenti Stokholm'de doğmuştur. Babası orkestra şefi ve ablası da orkestrada enstruman kullanan Yngwie 4 yaşında keman çalmaya başladı ve üç yıllık keman deneyiminden sonra 7 yaşında gitara merak saldı. jimi Hendrix'in ölümü üzerine televizyonda yayınlanan bir programı seyredip Hendrix'e ve sahne gösterisine hayran kalmasıyla akustik gitar da elinden düşmez oldu. Sonraları Fender Stratocaster adlı gitar Yngwie J. Malmsteen için vazgeçilmez bir dost olacaktır. 10 yaşına geldiğinde Deep Purple şarkılarının tamamını çalmasının yanı sıra 11 yaşında klasik batı müziğinde çalamadığı şarkı yoktu.


Hep bu şekilde komplike bir gelişim sürecinde ilerleyen Malmsteen yıllar geçtikçe tarzını oluşturuyordu. Malmsteen'in benzersiz stilinin ortaya çıkmasında, Ritchie Blackmore ve yetenekli bir flütçü olan ablasının katkılarının yanısıra, melodilerini Klasik Müzik tınılarıyla süslemesi, oldukça etkili olmuştur. Barok dönemi bestecileri Johann Sebastian Bach, Antonio Vivaldi, Tomaso Albinoni ve klasik dönem bestecileri Ludwig van Beethoven, Wolfgang Amadeus Mozart, Nicolo Paganini; Yngwie J. Malmsteen'in müziğine derin etkiye sahiptir. Bir anne için zor da olsa müziğe ve onun yeteneğine inancı tam olan annesi, onun zaman geçtikçe okuldan kopup müziğe yönelmesine destek verdi. 15 Yaşına geldiğinde gitar tamir atölyesinde çalışmaya başlayan Yngwie J. Malmsteen tamir için atölyeye getirilen bir lutla gitarda açtığı çığırın fikrini işleme koydu. Gitarın perdelerini eye ile oyarak tıpkı lut gibi scallope klavyesi olan bir gitar yaptı. Sonuçtan çok memnun kalan Malmsteen yeni bir gitarda aynı işlemi uygulamakta geç kalmadı. Yüksek teller ve scallope klavye ile çalmak zor da olsa Malmsteen'in seçtiği sweep tekniği sayesinde buna uyum sağlamak onun adına hiç de zor olmadı.

18 yaşında arkadaşlarıyla kaydettiği demolar İsveç için fazla sıradışı olduğundan bir süre sonra kayıtları yurt dışına göndermeye başladı. Demoyu dinleyen Shrapnel Music'in sahibi Mike Varney, Yngwie Malmsteen'i Steeler'a katılması için Amerika Birleşik Devletleri'ne davet etti. Steeler'da sadece bir albüm yapan Yngwie Alcatrazz'a katıldı. Fakat hiç bir grup Yungwie'yi sarmıyor kendi tarzını ortaya koymak ve bağımlı olmamak istiyordu. Bunun üzerine Solo kariyeri başladı. Solo kariyerinin ilk albümü "Rising Force" oldu. Bu albüm müzik listelerinde 60. sıraya kadar yükselirken neoklasik rock şaheseri olarak tarihe geçmişti bile. Bu albümdeki performansı ile Yngwie enstürmental rock dalında Grammy'e aday gösterildi. Sırada 1985 yılında çıkarn 'Marching Out' adlı albümü vardı. İlk albümüne göre bu albümde vokale de önem veriyordu Malmsteen. 'I'll See The Light, Tonight' parçası uzun bir gitar solosunun ardından sert girişi ve vokali ile oldukça çarpıcı bir parçaydı. Malmsteen bu kalitede albümleriyle yavaş yavaş gitar dünyasındaki yerini edinmeye başlıyordu. 2000 li yıllarda bu albümün etkisi hala parçalarında devam etmektedir. Daha sonra 1986'da 'Trilogy' ve 1988'de 'Odyssey' geliyor. Odyssey albümünün Yungwie için önemi ise şöyle; Malmsteen 1987 yılında yaşadığı ciddi trafik kazasından sonra bu albüm ile hem patladı hemde dünya çapında tanınma başarısını gösterdi. Trafik kazasında bileği kırılan Yungwie "Bite The Bullet" adlı parçayı çalabilmek için çok zorluklar çekmis kırılan koluyla baya bir mücadele etmis. Sonrada albüme eklemiş. Belki de bu parçayı istediği gibi çalmasa müzik hayatı bitip albümlerine nokta koyabilirmiş. Bu albümün Yngwie için en önemli yanlarından biri ise 'Dreaming' parçadır. Oldukça duygusal bir parça olan ve Yngwie'nin albüm çıkmadan önce ölmek üzere olan annesine çalıp tepki alabildiği tek çalışma olan bu parçanın Yngwie için önemi büyüktür. Bu albümü de zaten annesine adamıştır. 1989 yılında "Live in Leningrad: Trial by Fire" adlı albümüyle devam eden Yngwie Toplam 11 parçadan oluşan bu albümün olumlu yanlarından biri J.Hendrix'in "Spanish Castle Magic" parçasını da barındırması.1990 yılında "Eclipse" adlı albümü çıkarttı ve Yngwie albümlerindeki olağan bol soloları Eclipse içinde çok fazla atmamayı tercih etti. 1991 yılında ise "Collection" adıyla bir Yngwie kolleksiyonu piyasaya çıktı ve ardından 1992 yılında "Fire and İce" adlı albümü piyasaya çıktı. Bu albümde albümle aynı adı taşıyan "Fire and İce" adlı parçanın ilk 30 saniyesindeki soloyu çalabilene rastlanmadığı üzerine yorumlar vardır. 2 yıllık bir aradan sonra 1994 yılında "The Seventh Sign" adlı albümüyle tekrar müzikseverlerle buluşan Yngwie bu albümde önceki gitar solo ağırlıklı klasik tarzdaki albümlerine göre daha çok piyasaya hitap ediyor.Akılda kalan ve sürükleyici parça albümle aynı adı taşıyan "Seventh Sign". Tamamı heavy metal severler için pek sürükleyici olmasa da rock ve klasik müziği sevenler için kesinlikle denenmeli. Yine 1994'de "Power and Glory" adlı üç parçalık albümü çıkartıyor. Albümde zaten "Takada's Theme" adlı parçanın stadium edit ve complete adında iki versiyonu bulunurken bir diğer parça olan "The Seventh Sign" önceki albümündendir. Yine 1994 de "I Can't Wait" adlı bir single daha çıkarıyor ve ardından 1995'de "Magnum Opus" adlı albümü çıktı ve bu albümde ise The Seventh Sign albümünden tekrar bir U dönüşü yaparak gerçek kişiliğine bürünmeye başlıyor ve daha fazla gitarına yüklenmeye başlıyor. Ardından 1996 da "İnspiration" 1997 de "Facing The Animal" la sevenleriyle buluşuyor. Bu albümün Malmsteen için öncemi ise; "Like An Angel" duygusal bir slow çalışma ve Malmsteen bu parçayı eşi için yazmış. 1998'de de boş durmadı ve "Concerto Suite for Electric Guitar and Orchestra in E Flat Minor Op.1" adlı almümle Elektro gitarının arkasına aldığı orkestra ile içinden gelenleri çalıyor ve klasik müzik hayranlarını da kendine bağlıyor. Yine 1998'de "Yngwie Malmsteen LIVE!!" adlı albümü çıkarttı. Ardından 1999 da "Alchemy" adlı albümle devam eden Yngwie bu albümde de genelde kendine özgü klasik yapısında. "War To End All Wars" ile 2000 yılında albüm sayısına bir tane daha ekleyen Malmsteen severlerine bir albüm tarihi gezisi ile "Anthology 1994-1999" yi çıkarttı. Aynı yıl içerisinde tam 3 albüm daha çıkartan Malmsteen hiç boş durmuyordu... bu albümlerden "Concerto Suite Live From Japan" 3 parçalık bir albümken "Best of Yngwie Malmsteen:1990-1999" adından da anlaşılacağı gibi bir Yngwie Malmsteen Best Of'uydu. Bir diğeri olan "War to End All Wars" ise yeni bir albümdü. 2000 yılında bu albüm çıktığında konser programı içinde Türkiye'de vardı, İstanbul Açık Havada yaklaşık 2-3 bin kişi bu konseri izleyen sanşlı kesimdi.

"The Genesis" le 2002 de geri dönen Malmsteen, Aynı yıl içinde "Attack" adlı albümünü de piyasaya sürdü. Albüm oldukça uzun bir albümdü ve toplam 15 parçayı içinde barındırıyordu. Yngwie bu albümdeki bazı parçalarda 90 lı yıllarda çıkardığı bazı albümlere nispeten daha eskilere dayanan tarzını tekrar ortaya çıkarmış. 2003 yılında Attack! kapsamında Türkiyeye tekrar gelen Malmsteen Ankara ve İstanbulda iki konser verdi. "G3 Live" adlı albümüyle 2004'de piyasaya dönen Malmsteen bir sene sonra 2005'de tam 18 parçalık "Unleash the Fury" adlı albümüyle sevenleriyle buluştu.

Sevenlerine bir de sevindirici bir haber verelim burdan; Yngwie sert bir albüm üzerinde sıkı çalışma içerisindeymiş şu anda. Official sitesinde de 'hazır olun!' demekle yetiniyor. Her zamanki soğukkanlılığıyla :). Ama ne zaman çıkar bilemeyiz.


0 yorum:

EN TEPEYE ;)<<