14 Nisan 2009 Salı

PES 2010

8 Nisan'da duyurusu yapılan Pro Evolution Soccer 2010'un detayları da açıklandı. Oyunun tahminen yine hepsinin çıktığı gibi Ekim 2009 da çıkacağı tahmin edilmekle birlikte yenilikleri oyun dünyasını sallayacak gibi görünüyor. Özellikle de Futbol oyunları arasında baya bir ses getireceği kesin. Oynanış olarak yeni alan savunması, gerçekçi tepkiler ve daha komplike ataklar gerekliliği ile birlikte gole gidebilme gibi bir çok yenilikle gelen bu oyunda artık oyuncuların da oyun etkileri olacak desem ne dersiniz? Mesela iyi orta açan bir kanat topu aldığında ortaya daha fazla oyuncunuz atağa çıkacak. Ya da iyi arapası atan bir orta sahanız topu aldığında daha fazla oyuncu çapraz koşu yapacak. İnanılmaz değil mi? Bununla da sınırlı değil oynanışa getirilen yenilikler. Artık eskisi gibi çalım atıp atıp tek pas gol yok. Tabi var ancak çok kolay olmayacak. Karşı oyuncunun defans özellikleri çalım karşısında o kadar da kolay avlanmamasını sizin oyuncunuzun çalım özellikleri siz ne kadar yetkin olursanız olun o kadar da koyal çalım atamamasını sağlayacak. Bu durumda mecburen komplike pozisyonlara yöneleceğiz. Böylece daha gerçekçi bir futbol çıkacak ortaya. Bunun sinyallerini 2009'da veren PES 2010 da tamamen bir yeniliğe girişmiş artık. Bunun sebebi 0'ın kerametinden midir nedendir bilinmez ama gerçekten bir devrim geliyor gibi. Futbol oyunu tutkunları hatırlarlar 2000 yılı da gerek menejerlik gerek simülasyon futbol oyunları adına bir devrim olmuştu.
Geçelim görsellere. Görsel olarak bakıldığında oyuncuların çok daha gerçeğe yakın olduğunu söylememize gerek bile yok. Yalnız buna eklenen asıl inanılmaz noktalar başka: Oyuncuların artık karakteristik yapıları olacak. Yani bu ne demek şimdi;

Oyuncuların topu alırkenki karakteristik şekillerinden, özel çalımlarına, özel dripling stillerinden, el kol hareketlerine ve tempo farklarına kadar hepsi olacak. Yani İbrahim Üzülmez'in kafasını aut çizgisinde kaldırışını da görebileceğiz sanırım artık. Şut çekerkenki animasyonlara çok daha yenilerinin eklenmesinin yanı sıra dururken ve koşarkenki pasların tepposu ve hızı gibi bir çok şey de değişiyor artık. Yani bu belki de çoğu zaman daha çileden çıkarıcı şeylere hazır olun da demek olabilir dikkatli olun.


Taraftarların tepkileri, deplasman ve ev farkları, yorumcular gibi bir çok atmosfer unsuru da gözden geçirilip yenilendi bu seride.

Tabi ki bir de bu serinin en önemli, hatta serinin tutunma unsurlarından biri olan Master League var ki o da bir evrimden geçiyor bu seride. Öncelikle Master League yöneticilik olarak çok daha geliştiriliyor. Takımınızı artık baya baya yöneteceksiniz. Daha önemlisi çok daha uzun süre yapacaksınız bunu. Bir çok yeni ögeyle de çeşitlendirildiği ifade ediliyor bu modun.

Yeni takım motoru ile basit goller ortadan kalkıyor, takım oyunu önem kazanıyor, oyun hataları gözden geçiriliyor, hakemler daha gerçekçi kararlara zorlanıyor, ve artık hücum sırasında tek değil birden çok oyuncuya hakimiyet sağlanılabiliyor. Çok enteresan değil mi? Artık top hakimiyeti yüksek bir oyuncu topu aldığında savunma oyuncuları açıklara daha çok dikkat edecek. Bir santrafor yalnız topu aldığında öyle gidip yerli malı gibi beklemeyeceksiniz gelsin diye millet. Orta sahalar hızla yardıma koşacaklar. Yani bu da kontra atak olayının tadını inanılmaz arttıracak. Yenilenen penaltı sistemi de yön ve yer tayini konusunu ilerletecek.
Online özelliklerin de geliştirileceği ve daha fazla indirilebilir içerik de eklenileceği haberler arasında.

Hadi bakalım bekliyoruz rakiplerin de bütün bunları az da olsa zorlayacak haberlerini artık.


Devamını okuyun...>> Read more...

Dünyanın Sonuna Doğmuşum Klip

İşte şimdiye kadar izlediğim en anlamlı klip desem yeridir. Sizden de bunu beklerdim..

İyi ki varsın maNga.


Devamını okuyun...>> Read more...

8 Nisan 2009 Çarşamba

Helal Olsun!

Öncelikle Nurcan Taylan ile başlayacağım. Kızcağızın başından geçenlerin büyük bir dönemine de hepimiz birlikte şahit olmuştuk zamanında hatırlarsınız. Bütün bunların ardından halteri bırakma kararı almaya kadar gitmiş almış da ancak Halter Federasyonu Başkanı Hasan Akkuş'un ısrarları ile devam etmeye karar vermiş. Kendisinin buralara gelişindeki zorlukları zaten bilmekteydik bir de bu kişiye ardından bunları yaşatmak hakkı değildi bazılarının ama artık olan olmuş. Hasan Akkuş'a da teşekkürlerimizle birlikte Nurcan'ı da kutlayalım ve birinci "Helal Olsun!" umuzu diyelim. Şimdi ikinciye geçelim;

Bükreş'de devam etmekte olan turnuvada 63 kiloda podyuma çıkan Sibel Şimşek; koparmada ilk çıkışta 103, ardından 105 ve son olarak da 108 kiloyu kaldırdı. Böylelikle altın madalya kazandı. Silkmede ise daha ilk hakkında 125 kiloyu rahat bir şekilde kaldıran Şimşek, ikinci hakkında 128 kiloyu da kaldırdı ve şampiyonluğu garantiledi. Ardından haliyle kalan hakkında denediği 132 kiloda başarısız oldu. Böylelikle 128 kilo ile yarışma tartısı avantajıyla altını kazanmış oldu. Böylelikle toplamda da 236 kiloya ulaşarak üçüncü altınını da kazanmış oldu. İstiklal marşımız okunurken gözyaşlarını tutamayan Sibel hepimizi duygulandırdı tabi ki. Tebrikler Sibel. İkinci "Helal Olsun!"


Ardından Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül'den kendisine tebrik telgrafı gittiğini yine haberlerden öğrendik. Teşekkürler Abdullah Gül.

Bundan önce de başarısıyla yine göğsümüzü kabartan, 3 altın kazanan Erol Bilgin'i de gönülden tebrik eder ve başarılarının devamını dilerim. Üçüncü "Helal Olsun!"

53 kiloda Emine Bilgin ve Aylin Daşdelen'in kazandığı 3 gümüş, 3 de bronz madalyayı da canı gönülden kutlar onlarında başarılarının devamını dilerim. Dördüncü "Helal Olsun!"


Son olarak da bugün 85 kilo da podyuma çıkacak olan Erol Sunar'a başarılar dileriz. İyi ki varsınız..


Devamını okuyun...>> Read more...

7 Nisan 2009 Salı

Hayrola Nerden Böyle?

Efendim "hayrola" diye başlamışken söze öncelikle Hande Yener adlı sanatçımızın yeni albümünü tebrikle başlayıp mutlu olduğumuzu dile getirerek girelim konuya;

Üç gün sonunda bir haber izleyebildik hep birlikte. Peki dönüşü nasıl oldu "haber" lerin? Öyle ahım şahım bir haberdarlık mı edinebildik? Hayır tabi ki. Yine başladık "çorabın yırtık, saçında bit var" muhabbetlerine. Acaba benim de içine dahil olduğum garibim halkımı liseli yağız delikanlılarımıza benzetmekle ayıp mı ettim. Neyse bunu sonra düşünürüz. Gel gelelim asıl ipliğin inceldiği yere;

Önemli olan bu "iki gün" dü. Kendileri geldiler. Büyük büyük cümleler kurdular. Hepimizin gönlüne su serptiler. Hissi sempatiden siyasi sempatiye kadar hepsini edindiler gittiler. Gerçekten de "bereketli" oldu Türkiye'mi daha da aptallaştırmak adına. Hatırlıyorum da geçenlerde bir karikatür göredüşmüştüm; Türkler uzun süredir üstünde çalıştıkları %100 koyun insan'ı yaptılar sonunda diye. Gülüp geçiyoruz tabi böyle güzel karikatürlere. Peki ufacık bir teşbih hatası var mı sizce? Bence yok. Boşuna dememişler; 'teşbihte mübalağa olmaz' diye eskilerimiz. Büyük insan, önemli şahsiyet, güçlü karakter, karizmatik kişilik geldiler buraya ve dediler ki:


Aranızı kendiniz bulun, benim tavrım belli.

dedik ki:

Ne güzel artık karışmayacaklar aramızda bir mesele olduğunu kabul buyurdular.

dediler ki:

Ben de bunlardan biriyim.

dedik ki:

Aha bu da bizden.

dediler ki:

Evet

Dedik ki:

Arif abi duydun mu? Türk çıktı bu da. Dünyaya hakim olacaz dünyaya..

Bence burda da teşbihte mübalağa olmadı. Sonuç olarak memleketimizde iki gün ne olmuş ne bitmiş hiç bir şeyi öğrenemedik ona yanarım(?), memleketimizde iki gündür aynı haberlerle biraz daha moronlaştık ona yanarım, soğuyan porsiyon porsiyon yemeği sabaha kadar durduğum tv başında bile yer yer zorla izlemeye maruz kalmaktan midem alt üst oldu ona yanarım. Ardından da kendileri gittiler. Ama nereye? Ama neden? Asıl sorulması gerekenler bunlar gibi geliyor sanki bize. Orada da demesinler şimdi "hekim bu bizdenmiş loo".



Son olarak bugün mevzu bahis şahıs hakkında daha bir geniş çaplı sanaldan dolma bilgi sahibi olabilme amaçlı gezindim biraz ve eski tarihli de olsa bir haber gördüm; birazcık gönlümüze su mu serpiyor desem bu haber yoksa nasıl anlarsanız öyle mi desem bilemiyorum. Haber de şuydu; Kehanetlerinin %80 i tutan bir bulgar teyzem demiş ki;


“Amerika Birleşik Devletleri’nin 44’üncü başkanı (Yani George Bush’tan sonraki başkan) siyah olacak. Bu Amerika’nın göreceği son lider olacak. Çünkü siyahi liderin göreve gelmesinden kısa bir süre sonra ülke büyük bir ekonomik krize girecek.

Kuzey ve güney eyaletler arasında anlaşmazlık çıkacak. Endonezya karışacak. Tüm bunlar Üçüncü Dünya Savaşı’nı başlatacak... Üçüncü Dünya Savaşı’nda ilk kez atom bombası kullanılacak."

Bakmayın öyle ben teyzemin lafını aktardım. Kendisi de 1996'da göçmüş öbür diyara. Öyle siyaset yapmayım mümkün olduunca dedim ama umarım becermişimdir.
Ha bir de efendim kendilerinin bir de sizin bizim gibi blogu var. Umarım kızmazlar vereyim de uğrayın bir çay içmeye. Bu aralar çok meşguller ama ne de olsa 'bizden'. Misafirperverlik bilir.

Hande Yener'e de tekrardan hayırlı olsun albümü diyerek Saba Tümer'e çıktığında bahsi geçen 'fiş saati yarışları' sonuçlarını mevzudan daha fazla merak etmiyor değilim.


Devamını okuyun...>> Read more...

4 Nisan 2009 Cumartesi

Sıla

Efendim kimdir bu Sıla? Neden son dönemde şarkılarına takılır bu kafam. Aslında hoşuma giden eleştirel tavırları mıdır. Aykırı halleri midir sezemedim tam ancak beğeniyorum yeni albümüyle birlikte. Hoş klibinde kendisine yazık da etmiş olsalar sözleri ve ritimleriyle şöyle bir içimi okşayabilen son dönem şarkıcılarından.

Kendisinin müzikle ilgilenimi lise yıllarına dayanıyormuş. Bu yıllarda şan ve ses eğitim almasının yanında aynı zamanda çeşitli topluluklarda da solistlik yapmış. Yüksek öğrenimini caz vokal bölümünde yapmış. 2000 yılında da sektöre girişinde büyük etkisi olan Kenan Doğulu ile tanışıp çalışmaya başlamış. O günden sonra uzun süre Kenan Doğulu'nun vokalistliğini yapmış hanım kızımız. Tabi bu arada da boş durmayarak çeşitli mekanlarda çıkmış. Ufak tefek oluşturmuş kitlesini. Ferhat Göçer, Kenan Doğulu, Emel Müftüoğlu gibi değerli sanatçılarımıza da söz ve müzik de yazmış bestelemiş bu kızımız.

Daha sonraları geniş kitleler Sezen Aksu ile ortak çalışmaları olan 'Sıla' dizisinin şarkısı sayesinde tanışacaktır Sıla ile. Tabi bütün bunların ardından da 2007 yılında patlayan agresif çıkış şarkısıyla bilinen ve ismiyle bir albümünü hepimiz biliriz sanırım. Şimdi de yeni albüm çıkarmış ve güzel şarkılar çığırmış yine bu güzel kızımız. İyi de yapmış. Sıla, Sıla, Sıla.. tabi ki biliyorduk, biliyordum bugüne kadar fakat!;

Kendisini son dönem asıl sevmeme vesile olan bir programdaki bir dakika onbeş saniye kadar söylediği sözleri de kendisine ait olan "ya Sıla şunu albümde söyleseydin ya" dedikten sonra "böyle de güzel be" gibi kendimi cevapladığım 'Vur Kadehi Ustam' adlı parçaydı. Linkini de vereyim; burdan

Ne de güzel ne de içten söylemiş değil mi..

Bu sanatkarımızı da ileride daha kaliteli, daha güzel, ve böyle oldukça daha beğenilen hallerde görmek dileğiyle artık. Bu albümünde de asıl hit olacağını tahmin ettiğim ve sözlerini de sevdiğim parçalardan birisinin de sözlerini yazarak bitiriyim artık diyorum:




Sıla 2009 Bitse de Gitsek



İş bu sözleşmenin tam imzalandığı tarihte
Veler veyalar yoktu
Tühler amalar yoktu
Alan memnundu satan memnundu
Niyeyse bi anda dağıldı mevcut
Kalp yer görmeden mutlu mesut
Cehennem oldu burası beter
Dayanamıycam artık nolur yeter
Bitsede gitsek x10

İş bu yüzleşmenin tam bezdirdiği tarihte
Veler veyalar çoktu
Tühler amalar çoktu
Laflar havada uçuşuyordu
Niyeyse bi anda dağıldı mevcut
Kalp yer görmeden mutlu mesut
Cehennem oldu burası beter
Dayanamıycam artık nolur yeter

Bitsede gitsek x10

Parodi olduk izleniyoruz
24 saat dikizleniyoruz
Buruşturdunuz kibirinizle
Sabahtan akşama ütüleniyoruz x 2

Kenan Doğulu:
Sılacım ayıbı keşfedeni 9 köyden kovmak gerek
8 kere dövmek gerek
Yedi bitirdi beni bu zevzek
Altı üstü küçük bi zevk
5 kuruşluk keyfimizi rezil etti bu yürek
4 duvarındada aynası olsun
Sevdiği eşyayla 2 sene dursun
1 kere geliyoruz şu dünyaya
En kralından keyfimiz olsun
Hadi hooopppp zengin kalkışı

Bitsede gitsek x 20


Devamını okuyun...>> Read more...

2 Nisan 2009 Perşembe

Walt Disney

5 Aralık 1901 Chicago Illinois'da dünyaya geldi. Babası Elias Disney, annesi Flora Call Disney di. Walt dördü erkek biri kız olan beş kardeşten biriydi. Walt'ın doğumundan sonra Disney ailesi Marceline Missouri'ye taşındılar. Walt çocukluğunun büyük bir bölümünü burada yaşadı.

Walt karikatür konusuna çok erken yaşlarda ilgi duymaya başladı. Tabi ticari kafası da çok erken kendisini gösterdi. Daha küçük yaşlarda biraz para kazanabilmek için yaptığı karikatürleri komşularına satmaya çalışırdı. Karikatür kariyerini Chicago'daki McKinley High School'a giderek sürdürmeyi seçti ilerleyen yıllarda. Walt bir taraftan da vahşi hayata, doğaya, toplumsal konulara ve kırsal yaşama ilgi duymaya başlamıştı. Walt ilk önce inatçı ve bir o kadar da sert olan babasını ikna etmeye çalıştı sanatını icra edebilmesi için gerekli meblağları bulma konusunda. Fakat başarısız oldu. Ardından annesi ve büyük kardeşi ile bu sorunu mümkün olduğunca çözdü. Onlar da Walt'ın amaçlarına ulaşacağına inananlardandı. Bir süre Kansas City'de gazete gazete dolaşıp yazı işleri müdürlerinden 'Sen bu konuda aşırı yeteneksizsin neden gidip başka bir iş bulmuyorsun kendine' benzeri cümleleri duymakla vakit geçirdi. Ama karikatür, gencin hayatının rüyasıydı. İnsan biricik rüyasını, gayesini nasıl unutabilirdi? O karikatürü bıraksa bile, karikatür onu bırakmıyordu ki; geceleri rüyalarına giriyor, onu daha fazla yakalayıp kendine çekiyordu.
En sonunda kiliselerden birinin rahibi, Walt'ı kilisedeki faaliyetlerin karikatürlerini çizmesi için düşük bir meblağ ile işe aldı. Fakat bu küçük sanatçının bir stüdyoya ihtiyacı vardı. Hem resim çizmek için hem de hayatını idame ettirebileceği, en azından uyuyabileceği bir yere ihtiyacı vardı. Bunun için de en uygun yeri buldu. Kilisenin eski garajı! Fakat garaj değil garaj samanlık için bile fazlasıyla eski, pis ve hatta fare istilası altında bir ahvaldeydi. Walt işte tam burada hayatını idame ettirecekti. Ancak günlerini, saatlerini, birlikte geçirdiği ve hatta beslediği, resim kağıdına çıkacak kadar kendisine alıştırdığı bu farelerden birisi, tıpkı Walt gibi hatta onu da sollayacak derecede dünya çapında bir şöhretin sahibi olacaktı gelecekte.



Dünyanın her tarafında tanınacak olan bu ufaklık Mickey Mouse dı.

Yıllarca bu köhne yerde çalıştıktan sonra Hollywood'da da büyük başarısızlıklar yaşayan bir kaç canlı karikatür çizdi. Fakat bunlar hiç de tutmadı. Bir gün düşünürken aklına Kansas City deki garajda resim çizerken tahtanın üstüne çıkıp bir süre oynayan fareyi sonuna kadar izleyişini hatırladı. Hemen oturup bir fare resmi çizdi ve böylece Mickey Mouse doğmuş oldu. Bu küçük fare zamanla en ünlü aktörlerden çok tanındı, mektuplar aldı, en tanınmış aktörlerin filmlerinden daha uzun süre sinemalarda gösterimde kaldı. Seylan adalarındaki çay işçilerinden tutun da Kuzey Kutbu na yakın ülkelerde yaşayan Eskimo'lar a kadar onu herkes tanıyordu artık. Alaska'nın Juneau şehrinde sinemalara üşüşmüşler, İgloo denen buz evlerinde Mickey Mouse kulübü bile kurmuşlardı.

Ardından tutmaz diye asistanlarının israr ettiği; annesinin kendisine çocukken anlattığı bir hikaye olan Üç Küçük Domuz'u israrla çekti. Asistanlarının muhakkak fiyasko gözüyle baktığı ve hatta Mickey Mouse filmlerini 3 ayda çekerken buna sadece 2 ay ayırarak önem bile vermedikleri bu çekim de fırtına gibi esiyordu kısa bir süre sonra tüm dünyada.

Kurduğu Walt Disney Productions dünyanın en ünlü film üreticilerinden birisi oldu. Kurduğu şirket The Walt Disney Company, yıllık 30 milyar dolar geliri ve dünya çapındaki izlenilirliği ile hem Amerikan Rüyası'nın hem de Amerikan Ekonomisi'nin bel kemiklerinden olan bir medya devi haline geldi.

Walt Disney'in bir rüyası daha vardı. Bunu da 1955'de hayata geçirdi ve Disneyland Park'ı açtı.

Walt Disney sonuç olarak bir kahraman olarak hatırlanacaktı. Hayal gücü, iyimserlik, üretkenlik, azim, ve kendi kendine bir yerlere geliş'in Amerikan geleneklerindeki simgesi olacaktı. 48 kez Oscar'a aday olup 22 kez kazanan 7 kez de Emmy'e aday olan 4 kez kazanan Walt Disney halen en çok Oscar'a aday olan şahıstır.

Orlando, Florida'daki Walt Disney World açılmadan bir kaç yıl önce 15 Aralık 1966'da Gırtlak Kanseri'nden öldü.

Yazımızı kendisinin iki sözüyle bitirelim;

Peşinden gidecek cesaretiniz varsa bütün rüyalar gerçek olabilir

Hayal edebilirseniz yapabilirsiniz. Her şeyin bir fareyle başladığını hiç aklınızdan çıkarmayın.

Demiş Walt amcamız.


Devamını okuyun...>> Read more...

Türkiye 1 - 2 İspanya


Türk Milli (!) Takımı dün neler yaptı. Maçtan sonra çok yazmak istedim fakat özellikle belirli kişilere çok daha sert olacağım için yazmamaktan yana tercihimi kullandım şu ana kadar. Şimdi başlayalım;

Türk Milli(!) Takımı iki hafta öncesinden amansız (?) bir gazla yüklenmeye başlandı. Taa ki dün geceye kadar. Verdiler gazı, verdiler gazı şişirdiler teknik heyetinden en yeteneksiz futbolcusuna kadar Milli takımımızı ve dün gece sonucu gördük ancak hala hiç bir şeyin farkında değiliz. Diyoruz ki; "Uzatmalarda gelen gol kötü oldu." Skibbe'nin giderken bir açıklaması vardı şuna benzer; "İkinci golü yemeseydik üç olmayacaktı o da olmasa dört olmayacaktı o da olmasa ben gidiyor olmayacaktım." Bu centilmen adamcağızı böyle acizane açıklamalar yapmak zorunda bırakan Büyük Türk futbolu, soruyorum;



1- İki haftadır bütün bu gazlar verilirken, bu takım boğa gibi çarpışmaya, aslan gibi yırtmaya vs vs hazırlanırken kimse neden "Ya bizim bir haddimiz yok mu?" demedi?

2- Hadi gazı aldık ardından iki haftadır seçilen kadrolar sahaya çıkmadan neden hiç kimse bu teknik heyete "Biz pinponcu dedik bu kılkuyruk futbolcu dedi bunlara." Demedi?

3- Hadi sahaya o gazla o pinponcular -genel itibariyle- çıktı da neden kimse "Türkiye Ligi gibi büyük (!) bir ligde büyük hatta kocaman takımlarda yedeğin yedeği olamayan adamları oyuna sokup da pata küte bir yerlere giden kadroyu niye bozdun?" diye sormuyor hala?

4- Yüce TFF'nin sitesinin girişinde 'reklamı geç' linki bile olmadan verilen şu yukarıdaki koca , aslında sorduğum diğer üç sorunun da kökenini teşkil eden, sponsorlarımızın bize verdiği gazın ardından hepimize boğa da değil ufak tosuncuk İspanya'yı yeneceğiz dedirtirken hiç mi vicdanı sızlamadı bunu 'yapanların'?

5- Son olarak da soruyorum ki bütün bu dönencelerin içinde sıkışmış KÜÇÜCÜK kalmış futbolumuz ne zaman yalakalıktan, dönen oyunlardan, kölelikten hatta KÖRLÜKTEN kurtulup da gerekli revizyonlara gidebilecek?

Komik olmayalım arkadaşlar. Maçın analizini yapmaya bile gerek yok. En sevmediğim Gökhan Gönül, Volkan, ve sevdiğim Arda hariç takımda oynayan oyuncumuz yoktu. Kapitalizmin doruklarında dillendirilen İstiklal Marşımızı bırakın; Türkçe' mizi öğrenmeden Milli Takım'ımıza girmiş ve ardından yurt dışına dönmüş oyunculardan tutun İspanya' da bir dönem rüzgar gibi esmiş ama milli takıma gelince adam akıllı iki maç çıkartmamış forvetlerimize mi sitem ediyim. Yoksa gözümüz değil artık burun deliklerimizle bile görebildiğimiz oynamaması gereken oyuncuları takıma sokan, gözümüz değil artık burun deliklerimizle bile görebildiğimiz oynaması gerekenleri takıma almayan, gözümüz değil artık burun deliklerimizle bile topun arkasından koşamayan, takımında yedeğin yedeği olarak kalabilmiş futbolcuları oyuna sokup iş yapan bir iki futbolcuyu da oyuna sokarak tosuncuk (?) ları "Ne yapıyor bu ya bu kadar da yenilmek istenilmez ki," şeklinde aralarında dillendirdikleri cümlelerle ateşleyen teknik heyete mi sitem edeyim? Hani bazan dersiniz ya artık bir durumun karşısında bitmiş hissettiğinizde kendinizi;

Bırak Allah'ını seversen ya...


Devamını okuyun...>> Read more...

EN TEPEYE ;)<<