19 Ocak 2008 Cumartesi

Peta

Peta (People for the Ethical Treatment of Animals) dünya cabinda bir hayvan koruma dernegi.

Bu kurulus provokatör pankartlar ile insanlari vejeteryan olmaya;






farkli damak tatlari icin hayvanlarin organlarini "yemek pompalama" islemi ile manipule etmemeye;




gerek evcil gerek sokak hayvanlarinin bir kismini sterilize etmeye;




kürk giymemeye;




ve hayvanlara insanligimizla yaklasmaya



ünlülerin de destegi ile davet ediyor...


Siz de bir katki da bulunmak ister seniz www.peta.com ' dan farkli konularda görüslerinizi belirtebilir, hayvansal deneyimleri destekleyen markalari ögrenebilir ya da para destegi yapabilirsiniz. Site hayvanlar ile ilgili güncel konulari genis capli ele aliyor ve cok ilgi cekici videolar ile dünya capinda hayvanlara yapilan muameleyi gözler önüne seriyor.


kaynakca: www.peta.com


Devamını okuyun...>> Read more...

14 Ocak 2008 Pazartesi

BOCCACCIO'70

Boccaccio'70 ismini ünlü İtalyan ortaçağ yazarı Boccaccio'dan almaktadır. Dörtlü 60'ların İtalya'sında geçer ve ismini Boccaccio dan alması ise içinde bulunan dört hikayenin Boccaccio'nun muhtemel yazabileceği hikayeler olması ve onun üslubuyla yazılmış olmasıdır. Hikayeleri birbirine bağlayan en önemli nokta kadın erkek ilişkilerindeki cinsellik. O dönemlerde İtalya'da moda olan bir kaç hikayeyi bir kaç yönetmenin birlikte çekmesi durumunun en güzel örneklerinden olan Boccaccio'70 in içindeki dört hikayenin diğer bir ortak noktası ise kadının gittikçe abaran teşhirine yeri gelip abartılı yeri gelip manalı cümlelerle eleştirel yaklaşması;


"Le tentazioni del dottor Antonio" (Doktor Antonio'nun Günahları)

Ustat Federico Fellini'nin imzasını taşıyan hikayenin bu kısmında Kadının doğurganlığından vazgeçilmesine ince bir eleştiri yöneltilirken hikaye ise Romanın varoşlarında reklam panosu olarak Antonio'nun evinin karşısına koyulan panodan Antonio'nun duyduğu abartılı rahatsızlık ve bunu bir çok resmi kuruma dile getirmesi şeklinde ilerlerken bir anda panonun canlanmasıyla olay fantastik bir hal alıyor. Başrolünde Fellini'nin kızlarından Anita Ekberg oynuyor.



"Il lavoro" (İş)

Hikayenin bu kısmının yönetmenliğini ise Luchino Visconti üstlenmiş. Bu kısımda anlatılan konu ise eşi aristokrat kendisi ise işsiz ve canı sıkılan bir bayanın kendisine iş aramaya başlamasıyla yol almaya başlıyor. Zamanla bu iş arayışlarının sonuçsuzluklarının da etkisiyle iş arayan bayanın vardığı noktayı ise merak edilmeye değer buluyorum. Romy Schneider ve Tomas Milian'ın başrollerini paylaştığı bu bölümde ise daha az eleştiri fakat daha fazla erotizm bizi bekliyor.

"La riffa" (Çekiliş)

Ünlü Kaldırım Çocukları ve daha da ünlü Bisiklet Hırsızları filmlerinin yönetmeni, İtalyan Neorealizmo (Yeni gerçekçilik) akımının da öncülerinden Vittorio De Sica'nın yönettiği Hikayenin bu bölümü Sophia Loren ve Vittorio De Sica'nın ortaya çıkarttığı gerek erotizme gerek aşka gerekse mutluluğa ağır eleştirilerde bulunan ve yeri gelip Loren'in italyan tarzıyla karışık abartılı oyunculuğunu gördüğümüz büyük bir başyapıt olarak karşımıza çıkıyor. Hikayede kendi halinde mazlum bir delikanlının garip bir çekilişle çok güzel bir bayanla arkadaşlık etme hakkı kazanması ve ardından süregelenler anlatılıyor.

"Renzo e Luciana" (Renzo ve Luciana)

Sinemaseverler bu son hikayeye bayılacaklar. Kolleksiyonu özel kılan bu hikayenin Büyük bir usta ve İtalyan komedisinin uçlarından Mario Monicelli'nin çektiği fakat gerek uzun olması gerekse çeşitli nedenlerle İtalya'da gösteriminin hemen ardından toplatılan bu bölüm tam 208
dakika. İtalya hariç Türkiye'de dahil hiç bir yerde gösterime girmeyen bu bölümü sinemaseverler şayet İtalya'da izlemedilerse bu koleksiyon sayesinde ilk kez izleme fırsatı bulacaklar. Bu hikayeyi özel kılan unsurlardan biri ise Italo Calvino'nun bu bölümün senaryosunu üstlenmiş olması olsa gerek.

Sonuç olarak Boccaccio'70 sinemaseverlerin; özellikle de İtalyan sineması ve İtalyan Yeni gerçekçilik akımıyla ilgilenenlerin kesinlikle elinde bulundurması gereken bir film olarak karşımıza çıkıyor. Dönemin parlayan yıldızlarının ve şaşalı yaşamlarının artık ne yazık ki kolay kolay çıkmadığı ya da çıkarılamadığı bu dönemde sinemaseverlerin geçmişteki o efsanevi oyunculardan Sophia Loren ve Anita Ekberg'i izlemenin şevkine, efsanevi yönetmenlerden Vittorio De Sica ve Federico Fellini'nin sanatına şahit olmanın hazzına ulaşabilmek için bu kolleksiyonu izlemelerini tekrar tekrar tavsiye ederek bitiriyorum.


Devamını okuyun...>> Read more...

13 Ocak 2008 Pazar

Dünyanin en ucuz arabasi...


Hindistan araba üreticisi Tata Motors dünyanin en ucuz arabasini piyasaya sürmek üzere...

"Nano" ymus arabanin ismi ve degeri ise; 1700€.




Bir kac özellik de veriyim tam olsun:


33ps mis, 100 km 'de 5 litre benzin yakiyormus, Eu4 normlarina uygunmus, 3,10 m uzunlugunda, 1,50 m genisligindeymis.

Hayirli ugurlu olsun.


Devamını okuyun...>> Read more...

Araba sürücülerinin dikkatine! Marketinizden israrla isteyiniz....

Simdi gayet ilginc ve araba kullanicilari icin bir o kadar da düsündürücü bir konuyu ele almak istiyorum.

Bir kac aydir bende araba kullaniyorum. Otomobillerin insan hayatina kattigi artilar hakkinda tartisma yapmaya bile gerek yok.
Otomobillerin Co2 emisyonu dolayisiyla cevreye verdigi zarari göz önünde bulundurabiliriz ancak Greenpeace üyesi olmayan hic kimse cevreye zarar vermemek icin gidecegi yere arabasi dura dura bisikletle gitmez. Sanmiyorum.
Evet duyarsizlik almis basini gidiyor. Bende onlardan biriyim belki.

Bugün deginmek istedigim konu daha baska. Araba süren herkes bilir otomobiller yüzünden sirta binen masraflari. Yok benzinmis yok tamir masraflariymis yok yag degistirmekmis düzenli olmak üzere...
Amaan ne ki bunlar demek geliyor icimden, daha az dertli daha az masrafli bir yolu yok mu bu araba keyfinin? Benim minik arabamin, az benzin yakmasina ragmen, tamir masraflari baya bi belimi büktü acikcasi. Ve hazir olun. Belki de duymussunuzdur... Bunca masraf arasindan secip yazdigim bu üc masrafin ikisine bir care var (artik). "Artik"'i parantez icerisine aliyorum cünkü bu olay aslinda yaklasik 20-30 yildir varmis. Bir cesit Longlife otomobil yagi var hayatta. Aslinda bir dolduran 20 seneye yakin yag degistirmeden araba kullanabilirmis.
Bir örnek veriyim, Almanya da bir tüccar bir hafta icinde bir kac kez Berlinden Italya ya arabasiyla gitmek durumunda ve bunu arabasindaki "Yagi degistirin" göstergesinde ki yanan sinyale ragmen yapiyor cünkü Longlife yagini kullaniyor.

Ya ben ne diyim bu duruma. Bir yag degistirmek eski bir araba da bile yaklasik 60€ tutuyor. Bu bir is adami icin az bir miktar olsa da bir ögrenci icin cok da az sayilmaz. Üstelik bu yagi kullananlarin otomobillerinde ki motorun ömrü uzuyor ve daha az ariza yapiyor. Iste iki masraf kapisina bir cözüm... Bir tas ile iki kus...

Isin tuhaf yani ise bu yagin mesela Almanya da gizli tutulmasi ve dolayisiyla az kisi tarafindan bilinmesi.
Sebebi ise su;

Yag degistirme islemi bir cok tamircinin ekmek kapisi, yag degistirmek icin tamirciye gelenlere mutlaka baska bir sey satilir ve mutlaka bir masraf daha cikar. Bu yag kullanildiginda bir cok kisinin tamirhaneye gitme orani düser cünkü yagi degistirmeye zaten gerek kalmaz ve araba da az ariza yapar bu yagin sayesinde ve dolayisiyla da tamirhaneler zarar görür.

Bir baska tuhaflik da en ünlü Araba üreticilerin kullanim kilavuzlarina "Yaginizi düzenli olarak degistirmezseniz otomobil ariza yapar" yazmasi. Bu yazi bir cok masum vatandasi tamirhaneye sürükler.

Simdi ne gibi bir iliski var tarmici ve üretici firma arasinda? Bunun aciklamasi da aslinda cok basit. Yukari da yazdigim gibi yag degistirmeye gidince mutlaka bir ariza bulunur ve bir yedek parca satilir sürücüye. Bu yedek parca ise üreticinin kendi malidir, kendi markasidir. Böylelikle bu isten hem tamirciler, hem de üretici firmalar yararlanir.

Sadece sürücüler zarar görenlerdir:) Iste bir örnek daha vatandaslarin kapitalistler tarafindan gördügü zarar ile ilgili.. Evet kücük bir zarar belki.. Ama zarar zarardir, ve önlemek elimizde bu konuda.

Simdi desem ki "herkes bu yagi tanisin alsin ve kâr etsin", bu sefer de kapitalistlerin enteresesini düsünmeden hareket etmis olurum. Ama ne de olsa kapitalist bunlar ya. Bir sekilde gemilerini yürütürler. Baska yol bulun kardesim, biz gereksiz yere masraf etmek istemiyoruz Allah Allah...


Devamını okuyun...>> Read more...

11 Ocak 2008 Cuma

Praetorians

Piyasada bu aralar düşük sistem isteyen kaliteli oyunları bulmak mümkün olmaya başladı. Bunlardan birisi de Praetorians adlı ve adından da anlaşılacağı gibi Roma'lılarla alakalı bir tarihi strateji oyunu. Bu oyunda emekli bir generalsiniz fakat tamamlayamadığınız görevleriniz için orduya geri çağrılıyorsunuz. Haliyle oyun savaşlar üzerine geçiyor. Oyunda Mısırlılar Barbarlar ve Roma ırkı bulunuyor. Oyunun en can sıkıcı ama oyuna en heyecan katan noktalarından birisi de öyle Generals'deki gibi ben generalim emrimi veririm asker ölür gerisine karışmam yok. Generalsen savaştasın ve ölürsen bittin. Oyun da bitiyor haliyle. Bu yüzden çok sık kayıt etmek zorunda kalıyorsunuz oyununuzu.

Oyunda eski strateji oyunlarına nazaran çok daha mantıklı olan; Mancınıkların askerler tarafından itilmesi, okçuların binalara ateşli oklar atması gibi oyuna mantık katan bir çok artı var.

300 filmini izleyenlerinizin hatırlayacağı bir sahne vardır o filmde. Kalkanlarını ortak kullanarak savunma yapan askerlerin bir anlık hareketlerle bu savunmayı etkili saldırıya dönüştürebilmesi. Bu oyunda askerlerinize ortak savunma emri verebiliyorsunuz ve askerleriniz kalkanlarını ortak olarak kullanarak saldırılarda çok daha az hasar görüyorlar. İşin en güzel ve 300'ü andıran tarafı ise bu pozisyonda iken seçili piyadelerinize karşı tarafın askerlerine çift tıklayarak saldırı emri verdiğinizde hızlı bir saldırıyla etkili darbeler vurabiliyor olmanız. Tabi ki bu ve bunun gibi detaylar oyuna çok daha anlık stratejiler kurulabilinirlik katıyor.

Oyun tek cdlik ve sadece 450 mb. Ayrıca cd siz oynanabilmesi de ayrı bir artısı. Multiplayer aleminde ise şimdiden sağlam bir yer almış bu oyun için yeterli oranda iyi anektotlardan sonra şunu söyleyebilirim ki yapay zeka çok zayıf.


Oyunun görselliğine gelince; tabiki de 450 mb lık bir oyundan çok fazla şeyler beklemeyin. Ama eskinin 450 mb lık oyunlarına nazaran artıda olduğu da kesin. Oyunu kesinlikle oynamanızı tavsiye ettikten sonra size en büyük öğüdüm; Generalinize yani kendinize dikkat edin. :)


Devamını okuyun...>> Read more...

9 Ocak 2008 Çarşamba

Sophia Loren 'Efsanevi İnsan'

Romilda Villani ve Riccardo Scicolone'nin güzel kızıdır kendisi. 1934 yılında Roma'da dünyaya gelmiştir ve çocukluğu ikinci dünya savaşı döneminde Napoli'de geçmiştir. (Napoli'ye doğduğu kent Roma'dan nasıl geldiğini ise araştırmalarıma rağmen bulamadım.) Bu sebepten ötürü fakir yaşamıştır çocukluğunu. Fakirlikten olsa gerek zayıflığından ötürü arkadaşları ona kürdan lakabını takmıştır. Napoli'de geçen çocukluğun ardından 15 yaşında Roma'ya gitmiştir.Dönemin ünlü yönetmenlerinden ve hatta şu anda adına ödül bile verilen yönetmen Cecile B. DeMille genç ve güzel Sophia'yı ilk gördüğünde şöyle söylemiştir;

"İnsan bu kıza dünyaları verir."

Bir süre her türlü filmde oynamıştır Sophia ve zaman ilerledikçe bir taraftan daha güçlü bir kadın olurken bir taraftan da tabi ki daha profosyenelleşmiş ve ilk dönemlerinde oynadığı üstsüz sahnelerden de uzaklaşmıştır. Zamanla İtalya'nın ve İtalyan kadınının gururu haline gelmiş ve gerek diva, gerek idol, gerekse sinema tarihinin en güzel kadınlarından biri olarak adlandırılmıştır. Hollywood'da İtalyan aksanı ingilizcesi ile bir çok filmde oynamıştır. Bu filmlerde R leri baskın söyleyişi kendisine ayrı bir şirinlik katarken gözlerindeki o büyüleyici güzellik peşinden koşan kitleleri her geçen gün artırmamasını imkansız kılıyordu.1961'de Jean Paul Belmondo ile birlikte rol aldığı İtalyan-Fransız ortak yapımı savaş draması "Ciociara-Two Women" ile Oscar kazandı.1964'de rol aldığı "The Fall of The Roman Empire" gelmiş geçmiş en iyi Roma filmlerinden biri olarak gösterildi. Tüm dünyada parmakla gösterilen bir seks sembolü olmasına rağmen skandallardan daima kaçınan Loren kendisini keşfeden yapımcı Carlo Ponti ile evlenmiş 1962'de boşanmış fakat fazla ayrı kalmayarak 1966'da tekrar evlenmiştir. Kendisi cinsellik adına şöyle bir açıklama yapmıştır ;

"Cinsel çekiciliğin yüzde ellisi sahip olduklarınız, yüzde ellisi de insanların sahip olduğunuzu düşündükleridir."


burdan cinsel çekicilikte gizemin yerine ve mahremiyete önem verdiğini de çıkartabiliriz. 2005 Yılında Loren 24. Uluslararası İstanbul Film Festivalinden Yaşam Boyu Başarı Ödülünü almaya İstanbul'a geldiğinde kendisiyle yapılan bir röportajda Ntv muhabiri Ahmet Yeşiltepe kendisine;

"Siz kendinizi sinema sanatçısı olarak mı görüyorsunuz gerçek bir sanatçı olarak mı görüyorsunuz"

gibi bir soru sorarak Türkiye'deki Sophia Loren severlerine 'Sophia kaç kurtar kendini.' cümleleri kurdurmuş. Saçlarını başlarını yoldurtmuştur kanımca. Ödül alışı esansında her fırsatta ülkemizi çok beğendiğini ve sevdiğini dile getirmiş ve ödül alırken de ne kadar duygulandığı her halinden belli olmuştur. Kocasının da dediği gibi galiba gerçekten gerek kadından gerek zeki bir kişiden gerekse bir şöhretten önce o bir 'insan' dedirttiren tatlı sahnelere sebep vermiştir o gece. Hayat adına söylediği bir cümle ise;

"Hatalar hayatta sahip olduğumuz tüm her şey için ödediğimiz bedellerdir."
Cümlesiyle yaşantısının derin sokaklarından bize bir kaç sekans sunmuştur.

Mütevaziliğini ise;

"Benim doğuştan iki büyük şansım vardır çok zeki olmam ve yoksul olmam."

Bu cümlenin ikinci kısmıyla kanıtlarken birinci kısımda bahsettiği zekaya ise onu birebir tanıyan herkes hakvermektedir. Kendisiyle bir de ortak özelliğimiz vardır. Kendisi tam bir makarna tutkunudur. Buna rağmen güzel fiziğini 2008 Pirelli takviminde -74 yaşında- yer alabilecek sürece koruyabilmesi de bir ayrı ilginçtir. Yemeğe ve ülkesinin yemek kültürüne çok önem veren hatta bir yemek kitabı bile olan Sophia Loren'in sinema dünyasında en beğendiği erkek ise Gregory Peck. Bunu da kendi ağzından;

"Gördüğüm en büyüleyici erkeklerden biri." cümlesiyle destekleyelim.

Boyu 174 santimetre olan Sophia Loren'in büyüleyici güzellikteki gözlerinin rengi ise sarıya kaçan kahverengidir ve her ne kadar siyah beyaz sinema döneminde pek işine yaramamış da olsa ışığa göre renk değiştirmektedir.

Sanatı adına yeterli bir yazı yazamadığıma inansam da umarım kendisini tanıtmak adına yeterli bir yazı yazabilmişimdir.


Devamını okuyun...>> Read more...

4 Ocak 2008 Cuma

Ratatouille

-YA HERŞEY GÜZELDE BİR FARE İLE İNSAN NASIL ARKADAŞ OLUR VE İNSANLAR DA O FARENİN YAPTIĞI YEMEĞİ YER FARE BİR PİS HAYVANDIR YA HİÇ BUNU DÜŞÜNMEMİŞLER

-Yeteneklerinizi gelişmeye,hayallerinizin peşinden koşmaya teşvik eden harika bir animasyon ,mutlaka izlenmesi gerek…


Öncelikle film üzerine yazıyım mı yazmıyımmı şeklinde uzun düşüncelerin ardından internette giriştiğim araştırma sonucu bulduğum bu iki yorumu yazmak istedim. Neden derseniz;

Animasyon olarak bakıldığında kesinlikle üst seviyelerde bir film olarak raflarda yerini almış olan filmi eleştirel olarak incelemeden iki noktaya değiniyim dedim. Birincisi filmdeki farenin ne kadar başarılı bir şekilde 'tatlı' bir hayvan olarak gösterilebildiği. İkincisi ise filmde animasyon içerisinde verilebilecek duyguların bir çoğunun gayet hoş verilmiş olmasıydı. Nedir bunlar; örneğin heyecen, aşk, ihanet, azim vs vs.


Bunlar tabi olayın sıradan yönleri. Eleştirel yönlerine gelirsek insanın aklına yorumlardan ilkinde olduğu gibi ilk etapta 'Ya bu fare(iyyy)' gibi bir cümle gelir elbette. Bu filmi kardeşimin isteği üzerine indirdim ve ardından izleyen ben oldum izlemeyen o. Sebebi ise tabi ki kardeşimin ilk etapta farenin yemek yapması ve onu insanların yemesi olgusunu düşünmemesiydi. Düşününce izlemekten vazgeçti. Tabi benim açımdan bu böyle olmasa da, her ne kadar farenin bir tatlılığı olsa da benim için bu herkes için böyle olmak zorunda değildir. Bu şekilde bakıldığında elbette ki gerek mantık sınırlarını gerekse mide sınırlarını zorlayan bir olguyla karşı karşıya kalmaktayız.


Ben izledim ve gerek filmin içinde bunu engellemek için düzenlenmiş sahnelerle karşı karşıya kaldım gerek farelerin gerçekten de tiksindirici olabileceğini düşündüm. Sonuçta bir animasyon filmi ve size kalmış kendi yargılarınız. İkinci kısma gelince insanla farenin arkadaşlığı olgusunun filmdeki imkansızlığı ve filmin sonunda mutlu sona ulaşması. Tabi bu mutlu son insanlar fareleri severek olmuyor. Peki bu mümkün müdür? Bence tabi ki değildir. Filme ağzımızdan damlayan süt damlacıklarıyla baktığımızdaysa ikinci yoruma varıyoruz. Peki o nedir?

Yeteneklerimizi geliştirmek, hayallerimizin peşinden koşmak, kendimizi aşmak vs vs. Evet oks sınavları hala Anadolu Lisesi sınavı adı altında yapılsa ve ilkokul sonda girilse çocuklara teşvik edici olarak izlettirilebilirdi bu filmler. Ama imkansızların da bittiği insan beyninin de vardığı noktanın farkına vardığı bir yer vardır diyorum ve gerek eleştirilerime gerekse iltifatlarıma nazaran filmi bence izleyin diyorum.

Ve bir de yemek tarifi verelim diyorum.Ratatouille aslında bir yemek. Filmin ismini aldığı Fransa'nın Akdeniz kıyılarında bulunan Provence mutfağına ait bir aperatifmiş bu yemek. Araştırmasını da
burdan yaptım. Bütün sebzeleri közlenerek pişirilen filmin son sahnelerinde de yapılan bir salatadır kendisi.


Devamını okuyun...>> Read more...

109'un 20'si


Bugün internette gezerken Beyazperde'de de alıntı olarak verilmiş bir listeye rastladım. Kaynak ise indieWIRE.Kuzey amerikanın 109 eleştirmenine sorulmuş ve 2007'nin en iyi filmleri olarak aşağıdaki liste ortaya çıkmış. Ben de bu siteyi şu ana kadar bilmediğim için merak ettim ve bu listeyi ortaya çıkaran siteye bir bakıyım dedim. Peki ya ne gördüm. Bir sinema sitesi ve estetik adına hiç bir şey bulamadım ortada. Her neyse siteyi de merak ederseniz bir bakın.

Liste için;

1 There Will Be Blood
2 Zodiac
3 No Country for Old Men
4 Syndromes and a Century
5 4 ay, 3 hafta, 2 gün
6 I'm Not There
7 Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikastı
8 Colossal Youth
9 Killer of Sheep
10 Offside
11 Kara Kitap
12 Once
13 The Diving Bell and the Butterfly
14 Şark Vaatleri
15 I Don't Want to Sleep Alone
16 Regular Lovers
17 Yaratık
18 Southland Tales
19 Into the Wild
20 Ratatouille


Devamını okuyun...>> Read more...

3 Ocak 2008 Perşembe

Bu Mudur?


Efendim yer Taksim meydanı vakit yılbaşı gecesi. Ne olmuş? Turist hanımefendiler tacize uğramış. Tamam güzel de sayın turist hanımefendiler madem ki tacize uğruyorsunuz nedendir bu şikayetsizlik, bu rahatlık.

Şimdi olaya üç değişik noktadan bakmak istedim çünkü dün haberde gördüğümde bu olay içime dert oldu. Birincisi yukarıda da bahsettiğim turist hanımların tacizden kaynaklı bir şikayetlerinin olmaması. İyi hoş ve bu durumda diyorum ki madem ki bu bayanlar şikayetçi olmadı neden bizim yeni yetme gençlerimizden 57 ytl ceza alındı. Şimdi 'ayy ne iğrenç demeyin' bu bayanlar böyle bir konuda şikayetçi olmuyorsa benim mantığım gereğince ceza geretirecek bir durum yoktur. Hatırlıyorum da matematik öğretmeni bir akrabam lisede bir gün bir olayla karşılaşır ve ilk etapta şaşkınlık içerisinde bakakalır. Sonra bir erkek öğrencinin kız öğrenciyi tabri caizse 'şap' diye öpmesinin kızı rahatsız edip etmediğini sormak üzere kızın yanına gider. Giderken de erkek öğrenciyi kulağından tutup oraya kadar sürükler. Kızdan aldığı cevap ise;

'O yapıyor hocam rahatsız değilim'

olunca bu olay karşısındaki şaşkınlığını bir aile içi yemekte bize de aktaracak kadar büyüten sahneyle karşı karşıya kalmış olur. Her neyse; konu fazla dağılmadan bu mantıkla nasıl akrabam olan öğretmen erkek öğrenciyi disipline veremediyse alınan 57 ytl de olmamalıydı diyorum.
İkinci bakış açısına gelince:
Mağdurlardan bir turist hanım diyesiymiş ki; İran asıllı beyefendi bizi orada kurtarmaya çalışıyordu. Ne güzel efendim. İyi yapmış gayet terbiyeli bir iş yapmış eğer böyle yaptıysa. Tabi bizm polisimizin o şahsı da böyle bir durumda cezaya tabi tutması ayrı bir bakış açısı olabilecek de olsa ben başka bir noktadan yaklaşıp bu adamın ertesi gün bir haber kanalında kamera karşısına geçmesinden ötürü ağzına ne gelirse bu beye sayan hanımefendiye bir kaç kelime söyleyeceğim. Ey hanımefendi kamerayı gördüm diye belki de suçsuz adamcağıza bir de koca kanalın haber bülteninde onca insanın önünde ettiğin gurur kırıcı lafların asab defterlerinde kaplayacağı alanı hiç düşündün mü? Hiç sanmıyorum...

Üçüncü bakış açısı ise tabi ki gençlerimizin yaptığı yanlışlıktır. Evet, yine onca önleme rağmen hoş olmayan davranışler sergilenegelmiştir. Olasıdır ve olmuştur da. Oh rahatladım...


Devamını okuyun...>> Read more...

2 Ocak 2008 Çarşamba

Lakshmi

Gecenlerde kücücük bir kizin ilginc varolma hikayesini okudum. Varolma derken öyle olup ve olmamak arasinda kivranan bir insanin felsefei görüslerinden uzak tamamen görünüs ve farkli inanclarla ilgili bir hikaye bu.
Her ne kadar gündemden az cok düsmüs olsa da ibret alinasi bir olay oldugu icin paylasmak istiyorum. Ne de olsa bu tam olarak bir haber sitesi degil, hayata dair yazmak istedim.





Lakshmi Hindistan asilli 2 yasinda bir kiz cocugu. Anne karninda ikizi ile birlesmis ve siam ikizinin gelismemesi üzerine 4 kolu, 4 de bacagi olusmus. Bir parazitin özelliklerine sahip olan o fazlaliklar kizin hayatini tehlikeye sokuyordu.



Buraya kadar "Allah yaratmis tamam, her serde bir hayir vardir, her derdin bir caresi vardir" diyebiliriz aslinda fakat reinkarnasyon'a inanan Hindistan halki bu kizi 4 kollu bir Hint tanricasi olan Lakshmi nin reinkarnasyonu - bir mucize - olarak gördügü icin ona Lakshmi adini verdiler.





Reinkarnasyona inanmayan ben bu olaya gülmek ya da aglamak yerine hic kafami yormamayi tercih ettim cünkü herkesin bakis acisi farkli. Ailesi icin cok zor bir durum olmasina ragmen kapitalistler bu durumdan faydalanmak icin cok kapilarini calmis. Babasi bu durumdan cok rahatsiz oldugunu aciklamisti, hatta Lakshmi yi sakladilar bir süre.


Doktorlarin Lakshmi'nin kesinlikle ameliyat olmasi gerektigini aksi taktirde 16. yasina kadar yasama ihtimalinin olmayacagini söylemeleri üzerine harekete gecildi ...




24 saat süren ameliyat sonrasi doktorlar Lakshmi nin yasayacagini ve ameliyatin cok iyi gectigini acikladilar... iki bacagi ve iki kolu alinan Lakshmi hayatina "normal" bir insan olarak devam ediyor...





Hindistanin reinkarnasyon inanci bir yana ben bu kizi gördükten sonra bir kez daha sükretmeyi hatirladim. iki kolum ve iki bacagima bakarak tekrar sükrettim halime. Basit seylerden yakiniriz, basit problemlerden dolayi isyan bile ederiz belki de. Bize verilenleri hatirlamak cok önemli kanimca.



Konu ile ilgili video:
http://www.n24.de/news_stories/video_player/02399/index.php

Kenancığım türkcesini malesef bulamadim o yüzden almanca video linkini veriyorum.
Görüntüleri görmek anlamak icin yeterli diye düsünüyorum.


kaynakca:
http://www.spiegel.de/wissenschaft/mensch/0,1518,515920,00.html
http://news.de.msn.com/achtgliedriges_maedchen.aspx?cp-documentid=6348413&imageindex=7#


Devamını okuyun...>> Read more...

EN TEPEYE ;)<<